• Sonuç bulunamadı

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDEN MONDROS MÜTAREKESİNE

1.2. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ VE ESNASINDA OSMANLI DEVLETİNİN PAYLAŞIMINA YÖNELİK EMPERYALİST ANTLAŞMALAR

1.2.10. Sevr Antlaşması (10 Agustos 1920)

Fransa, Almanya’nın silahsızlandırılması, Ren bölgesi ve tazminat gibi konularda İngiltere’nin desteğine bağımlı kaldığı hiç de cazip olmayan bir konumdaydı.

Avrupa’daki durum, İngiliz hükümetiyle herhangi bir ayrılığı olanaksız kılıyor ve Fransa, İngiltere’nin Yakındoğu’ya yönelik taleplerine yeterince güçlü karşı çıkamıyordu.

Sonuçta Suriye meselesi dışında, Fransa en belirgin örnekleri, İzmir ve İstanbul meseleleri olmak üzere İngilizler’in isteklerine rıza gösterdi. Öte yandan, Fransızlar’ın Küçük Asya’da eskiye dayanan ticari ve mali çıkarları, güçlü bir Türk devletinin varlığını gerektiriyordu. 1920 yılının yaz mevsimine gelindiğinde, siyasi bir ikilemle karşı karşıya kalan Fransa, Anadolu’daki durum, uzlaşma ve Milliyetçi rejime destek verilmesini gerektirirken, böyle bir tutum Yunanlılar’ın İzmir’e yönelik taleplerine karşı çıkılması sonucunu getirecekti. Bu aynı zamanda, bu Fransa’nın o güne kadar süregelen politikasının terk edilmesi anlamına gelecekti. Fransa başlarda İzmir’in işgal edilmesini onaylamış ve Küçük Asya’daki sorunların hepsi olmasa da pek çoğu bu olaydan kaynaklanmıştı.107

Sevr Antlaşması sonucunda bölge ile ilgili olarak;

- Ermenistan, Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Hicaz’a bağımsızlık verilecek, Kürdistan’a otonomi tanınacaktı.

- Suriye, Irak ve Filistin sınırları “özel komisyonlar” tarafından belirlenecekti.

Fransa, Tunus ve Fas’ı, İtalya Libya ve on iki adayı, İngiltere ise Mısır, Kıbrıs, Sudan gibi yerleri “korumacı” olarak alacaktı.

- Fransızların Kilikya ve İtalyanların Antalya üzerindeki hak iddiaları “özel ekonomik haklar” ile sınırlı tutulmuştu.

- Güney bölgesine komşu olan Suriye ve Lübnan’ın Fransız mandası altında kalacağı gizli anlaşmalar ile belirlenmiş, 1920’de Milletler Cemiyeti’nin Manda Komisyonu bu bölgelerin Fransız mandasında kalmasını onaylamıştı.

- Hicaz merkezli ve Şerif Hüseyin’in krallığında ve “hâlâ tamamına ermemiş ve güvencesi olmayan” bir “Hicaz Krallığı” kurulmuştu.108

- Fransızlar Çukurova, Maraş, Antep, Urfa ve Mardin bölgesinin mandaterliğini elde etmiş, Diyarbakır, Elazığ ve Sivas bölgelerini de ekonomik nüfuz bölgesine dahil etmişti.109

107 Helmreich, A.g.e., s.245.

108 William Linn Westermann, “The Armenian Problem and the Distruption of Turkey,” What really Happened at Paris, editör Edward M. House, Charles Scribner’s Sons, New York, 1921, s. 277.

109 Government Printing Office, Peace Treaties: Various Treaties and agreements between The allied and associated Powers, Washington, 1921, s. 333-335.

- Adana Karataş burnundan başlayan Suriye sınırı doğuya doğru Hatay, İskenderun, Antep, Urfa ve Mardin Suriye’ye bırakılacak şekilde düz bir çizgide ilerleyerek Dicle ırmağına varacaktı.

- Kürtlere, Doğuda Ermeniler için Amerikan başkanının çizeceği bağımsız devlet sınırı ile komşu özerk bir bölge bırakılacak, bir yıl sonra Kürtler kendilerini yönetme kabiliyeti gösterirlerse bağımsız devlet olma hakkı tanınacaktı.

Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında olduğu gibi Suriye’nin kuzeyi ile birlikte Güney Cephesini oluşturan bölgenin, bugün bile oldukça önemli bir stratejik değeri vardır.

Akdeniz’in Doğu sahili ile Kuzeyde Anadolu, Doğuda Fırat Nehri ve Güneyde Arap Çölü ile çevrili bölgeyi kapsayan Suriye bölgesi; Arabistan’ın, Anadolu’ya açılan kapısıdır.

Doğu Akdeniz limanlarıyla, Doğunun dünyaya açılan kapısıdır. Süveyş’e yakınlığı ile Kızıldeniz yoluyla Hint Okyanusuna Uzak Doğu’ya bağlantılıdır. Doğudan, kuzeyden, Güneyden gelen tüm ticaret yollarının geçtiği bölgedir. Tarihi İpek Yolu üzerindedir.

Suriye’nin kuzeyi ile birlikte değerlendirilmesi gereken Antep bölgesi ise Kuzey Suriye’de Batılıların, Bereketli Hilal olarak adlandırdıkları bölgenin ortasında yer almaktadır. Antep bölgesi; iktisadi ve siyasi bütün faaliyetlerin kesif bir şekilde devam ettiği bilinen, Kuzey Suriye ile Mezopotamya’yı orta Anadolu’ya bağlayan yolların geçtiği bölgede, tarihi ipek yolu üzerinde ve dünya petrol rezervlerine oldukça yakın bir bölgede bulunmaktadır.

Bölge, Birinci Dünya Savaşı öncesi İngiltere ve Fransa arasındaki emperyalist paylaşım antlaşmasının ortasında kalmış, savaş sonrası da emperyalist politikaların çekişmesinin merkezi olmaktan kurtulamamıştır.

Tarihi Suriye ile birlikte Güney Cephesini kapsayan bölge; stratejik değerinden kaynaklanan sebeplerle veya özellikle İngiltere’nin Hindistan yolu üzerinde bulunması, Fransızların bölge ile tarihi bağlantıları iddiası ve ekonomik yatırımları nedenleriyle;

yüzyıllarca emperyalist politikalarla, etnik ve dinsel farklılıkları ile sürekli oynanarak, bölgedeki halkın uluslaşmasının ve mezhep kavgaları ile Müslüman toplumun birlikteliğinin önüne geçilmiş, istikrara kavuşamamıştır.

Bölge önce, İngilizler için Hindistan sömürgesini ele geçirdikten sonra Hindistan’a giden yollar üzerindeki stratejik noktaların kontrol altında tutulması maksadıyla dış politikalarının en öncelikli konusu haline gelmiştir. Bu bakımdan 18. ve 19. yüzyıllarda Mısır, Suriye ve Doğu Akdeniz’in güvenliği İngiltere için hayati önem arz etmekte idi.

Bölgenin Fransızlar için ise değeri, ekonomik olduğu kadar tarihi sebeplere de dayanıyordu. Suriye ile daha Haçlı Seferleri sırasında, ataları Franklar zamanından beri ilgilenmeye başlamışlar, burada Haçlı krallıkları kurmuşlardı. Fransızların Bereketli Hilal toprakları ve Doğu Akdeniz’e olan ilgileri hiçbir zaman kaybolmamıştır.

Fransız yatırımlarının önemli bir kısmı Suriye, Lübnan ve Çukurova bölgelerinde bulunduğu için Fransızlar bu bölgeleri ele geçirmek istiyordu. Fransa için Suriye ve Çukurova, tarım potansiyeli açısından da önemliydi.

Fransızlar bölge üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için kendi himayelerinde bir Ermeni Devleti kurmak istiyorlardı. Bu şekilde hem bölgeyi kontrol edecek hem de Türkiye ile Suriye arasında tampon bir bölge oluşturmuş olacaklardı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında savaşa girmesi, bir süreden beri Osmanlı topraklarını paylaşma planları yapan İtilaf Devletleri’nin bu husustaki çalışmalarını hızlandırmıştı. Nitekim harp esnasında İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya, aralarında Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşan gizli anlaşmalar yapmışlardı. Bu antlaşmalardan en önemlisi ve en kapsamlısı, Ortadoğu’nun İngiltere ve Fransa arasında paylaşımını belirleyen ve bölgenin kaderi üzerinde kalıcı etkiler bırakan, Sykes-Picot Antlaşması idi.

Başlangıçta İngiltere’nin, Fransızlara Anadolu’da verilen bölgeler ile beraber sözde Ermeni ve Kürdistan bölgeleri de oluşturarak, Ortadoğu’daki menfaat bölgeleri ile Rusya arasında tampon devletler oluşturmak istediğini görmekteyiz. İngiltere, Mondros sonrası konferans ve antlaşmalarla Hindistan yolunu emniyete almış, ayrıca Ortadoğu’daki petrol bölgelerini ele geçirmişti.

İngiltere ve Fransızların menfaatleri doğrultusunda bölgenin kaderi sürekli değişiyordu.

Ancak İngiltere sürekli olarak, Fransızlara kendi lehine olan hususlarda fark atıyordu.

Fransızların bölge üzerindeki derinliği olmayan politikaları ve zamanla İngiliz politikalarının sonuçlarını gördükçe, başlangıçtaki politikaları oldukça değişecekti.

İtilaf Devletlerinin bu politikaları, Müttefiklerin 1915’ten beri bölge ile ilgili yürüttükleri paylaşım projelerinde olduğu gibi aralarındaki çıkar çatışması söz konusu olduğunda, hiçbir belgenin bağlayıcı olmadığının yeni sadece bir örneğini teşkil etmişti.

Birinci Dünya Savaşına 22 milyon insan ve 1,7 milyon kilometrekarelik bir ülke olarak giren Osmanlı Devleti, savaş sonunda nüfusunun yaklaşık 10 milyon ve ülke bütünlüğü 700 bin kilometrekare olan bir ülkeye dönüşmüştü. Kalan topraklarının çoğu Anadolu’da

idi ve Anadolu, Türk’ün son yaşam alanı olarak kalmıştı. Savaş süresince askere 2.850.000 kişiden 550.000 şehit verirken yaklaşık 1,5 milyonu da hastalanmış, yaralanmış ve esir düşmüştü. Kayıp sayısı iki milyonu geçmişti. Osmanlı Devleti ekonomik ve insani kaynak yönünden iyice yıpranmış ancak, muharebe tecrübesine sahip, subay ve erlerden oluşan önemli bir güç Anadolu’da toplanmıştı.

İtilaf Devletlerinin kendi aralarında yaptığı antlaşmalarla, Türklere bırakılan bu son bölgenin de ele geçirilmesi ve Türklerin imhasına yönelik işgaller planlanmıştı.