• Sonuç bulunamadı

İlk bölümde belirttiğim gibi polisiye romanın kurucu babalarından biri hatta en önemlisi olarak kabul edilen kişi Amerikalı yazar Edgar Allan Poe’dur. Ancak enteresandır ki Poe’nun dışında polisiye romanın görünür olmaya başladığı 19.

yüzyılın ikinci yarısında Amerikalı başka önemli bir yazar adına rastlayamıyoruz.

Spesifik bir tarih verecek olursak diyebiliriz ki 1841 ile 1918 yılları arasında polisiye roman adına Amerika’daki gelişmeler oldukça kısıtlıdır (Üyepazarcı 99). Tabii ki bu dönemde Amerika’da da polisiye roman okunmuş ve beğenilmiştir ama bunlar daha çok yayıncıların ilgi gösterdiği İngiliz yazarların eserleridir. İngiltere’de beğenilen hemen her polisiye eser Amerika’da da yayımlanmış ve beğenilmiştir (Üyepazarcı 99). Yine de bu döneme ait adının anılması gereken bir yazar var ki o da dönemin ulaşabildiğimiz önemli tek kadın polisiye yazarı olan Mart Roberts Rinehart’tır.

Rinehart, günümüzde dahi polisiye roman severler tarafından “Amerikanın Agatha Cristie’si” olarak anılmaktadır. Bilinen ilk eseri 1906’da yayımlanan The Man in Lower Ten’dir ve bu romandan sonra çıkardığı romanlarla eserleri yüzbinlerce baskı yapmıştır (Üyepazarcı 100). Asıl mesleği hemşirelik olan Rinehart, mesleğini eserlerine de yansıtmış ve polis için çalışan hemşire dedektif Hilda Adams’ı

yaratmıştır (Üyepazarcı 101). Yazarın dikkate değer bir diğer özelliği de eserlerinde toplumdaki çürümeyi, yozlaşmayı ve çağdaş yaşamın getirdiği bozuklukları büyük cesaretle anlatmasıdır. Bu da daha önce anlattığımız gibi polisiye romanın ortaya çıktığı günden itibaren git gide toplumsal sorunları işlemesine bir örnektir. Hatta Rinehart, bu yazın tarzıyla Amerika’da kendisinden sonra gelen yazarlara örnek olmuştur (Üyepazarcı 101). Amerikan edebiyatı polisiye romanın kuruluş döneminde çok fazla ürün vermemiştir ancak öyle bir akımın öncüsü olmuştur ki 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk yarısında polisiye edebiyatın yönünü tamamen değiştirip

48

yeni bir kimliğe bürümüştür. Bu değişim Türkçe’ye “On Paralık Öyküler” adıyla çevrilen “Dime Novels” sayesinde olmuştur.

3.1.2 “Dime Novels” ya da “On Paralık Öyküler”

Amerika’da 1860’da ilk örnekleri görülen, on sente karşılık gelen bir “dime”a satılan bir haftalık dergi furyası ortaya çıkmıştır. Bu dergilerde yayımlanan öykülere de

“dime novels” adı verilmiştir. Bu hikâyelerde daha çok iyi ile kötünün mücadelesi, çözülmesi gereken muammalar ve dramlar anlatılıyordu. Daha sonra bütün dünyaya yayılan ve hangisinin orijinal hangisinin taklit olduğu bilinmeyen dedektif hikâyeleri de bu dergilerle ortaya çıkmıştır (Üyepazarcı 102). Ancak benim için bu dergileri ve öyküleri önemli kılan kısım ise okur kitlesidir. “Yüksek edebiyat” eserleri dünyanın her tarafında eğitimli, ekonomik durumu rahat ve kültür seviyesi yüksek insanlar tarafından tüketiliyordu ancak bu okur kitlesinin tüm dünyadaki sayısı oldukça azdı.

Asıl sirkülasyonu sağlayan, kitapların görünürlüğünü arttıran ve bir nevi dünya edebiyatına kazandıran ise okuma-yazma bilen ama çok eğitimli olmayan, ekonomik durumu çok iyi olmayan, “ucuz” romanları kendisine eğlence edinen okurdu. Bu okur kitlesi de tüm dünyada büyük çoğunluğu oluşturuyordu. (Bassnett 147). Bu okurlar cebinde taşıyabildiği, işe gidip gelirken toplu taşımada okuyabildiği, sürükleyici ve hızlıca sonuna ulaşabildiği kitapları çok seviyor ve bunları hızlıca

“bestseller” haline getiriyordu. İşte bu amaca hizmet eden en önemli türlerden biri de polisiye romandı. Bu açıdan bakıldığında Amerika’da ortaya çıkan, okuru çok

yormadan hızlıca okunabilen seri dedektif hikâyeleri polisiye romanın dünya edebiyatındaki yerini belirlemekte büyük rol oynamıştır. Burada yazılan eserlerin kahramanları olan dedektiflerin hikâyeleri hızlıca dünyaya yayılmış, farklı dillere çevrilmiş, hatta gittikleri ülkelerin yazarları tarafından taklit edilerek tekrar tekrar farklı hikâyelere dâhil edilmişlerdir. Hatta olay öyle boyutlara gelmiştir ki

49

kahramanların sahte hikâyeleri başka dillere çevrilmiş, çevrilirken tekrar değişime uğramıştır. Erol Üyepazarcı bu konuyla ilgili şöyle bir örnek veriyor;

“Bu konuda en ilginç gelişmeler Fransa ve Almanya’da yaşanmıştır. Bunun en güzel örneği Fransa, Almanya ve Belçika’da yayımlanan “Harry Dickens, Sherlock Holmes Americain” (Amerikalı Sherlock Holmes, Harry Dickens) adlı dizidir. Bu Amerikalı polis hafiyesinin ilk yaratıcıları Fransızlardır. Dizi sahte çeviri değildir, çünkü ABD’de yayımlanan on paralık öykü dergilerinde Harry Dickens adında bir kahraman yoktur, bunu Fransızlar yaratmıştır. Daha sonra bu kahramanın öyküleri Fransızcadan çeviri ya da yerli üretim olarak Almanya’da yayımlanmış, bir süre sonra da Belçika’da Almancadan çevrilerek yeniden basılmıştır... 176 sayılık bu dizinin çevirmeni Jean Ray Kramer, çevirmesi için kendisine verilen öykülerin çoğunu beğenmemiş ve dizinin 105 tanesini yeni bir öykü biçiminde kendisi kaleme almıştır” (110).

Bu örnekte de görüldüğü gibi Amerikan polisiye romanı farklı ülkelerde öyle beğenilmiştir ki Amerika’yla hiçbir bağlantısı olmayan ancak başka bir polisiye kahramanı taklit eden yeni bir karakter Fransız bir yazar tarafından yazılmış, dünya dolaşımına katılmış, başka bir ülkede de zaten orijinal olmayan bu karakterin öyküleri beğenilmeyerek ama yine onun adıyla farklı şekilde yazılmıştır.

On paralık öykülerin bazı kahramanları tüm dünyada çok sevilmişlerdir. Bunların en ünlüleri de Nick Carter ve Nat Pinkerton’dur (Üyepazarcı 104). Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok sevilen bu iki kahraman dedektiften Nat Pinkerton Türkçe’ ye en çok öyküsü çevrilen ve yayımlanan dedektif olmuştur. Tabii ki orijinalleri kadar sahteleri de okunmuş ve hatta sevilmiştir.

“Dime novels” için söyleyebileceğimiz enteresan bir diğer durum ise şudur;

Amerika’da ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan bu tür Amerika’da 1919’da yayımlanan son dergiyle kendi ülkesinde devrini tamamlamıştır. Ancak dünyada ve ülkemizde etkisini 1950’lilere kadar sürdürmüştür. Amerika’da daha erken

popülerliğini yitirmesinin en önemli sebebini ise şöyle açıklayabiliriz; çeşitli sebeplerle dergilerin fiyatı artmıştı. Ancak aynı hedef kitleye sahip olan ve yeni bir eğlence türü olarak görülen sessiz sinemanın fiyatı ise daha düşüktü. Bu durumda da

50

orta gelirin altındaki okur bu öyküleri okumak yerine sessiz filmleri izlemeyi tercih etmişti (Üyepazarcı 110).

Amerikan edebiyatından polisiye romanla ilgili araştırmalarımı yaparken en önemli kalem olduğunu düşündüğüm “dime novels” için söyleyebileceğim kişisel görüşüm ise bu türdeki eserlerin Amerikan kültürü, tarihi ve sosyal yaşayışı ile ilgili aslında çok somut örneklere sahip olduğuydu. Yüzyıllar boyunca tüm dünyaya empoze edilmeye çalışılan “Amerikan rüyası” olgusu bu romanlarda oldukça başat rolde karşımıza çıkıyor. İncelediğim tüm “dime novels” tarzı eserlerde kahramanlar beyaz Amerikan erkeklerdi. Hikâyelerin neredeyse tamamında katiller ve en kötü suçları işleyenler Afro-Amerikalılardı (Swirski 181). Eğer hikâyenin içinde uyuşturucuyla ilgili bir suç varsa bunu yapanlar da Meksikalı, Kolombiyalı ya da İspanyol

Amerikalılardı. Yani bu eserlerde suçlular hep azınlıklardan, kahramanlar ise beyaz Amerikalılardan oluşuyordu. Görünen bir diğer kültürel unsur ise silah kullanımının yaygınlığıdır. Eserlerde silah kullanma yetkisi olsun olmasın karakterlerin neredeyse tamamı silah kullanıyor ve hikâyelerin çoğundaki ölümler silahla gerçekleşiyor.

Silahla işlenen cinayet oranı Avrupa kaynaklı polisiye romanlardakinin çok çok üstünde (Swirski 181). Anlaşılan o ki Amerikan okuru zaten içinde yaşadığı kültürün en önemli ögelerinden olan ırkçılık, silah kullanımı, Amerikan rüyasını

gerçekleştirmeye kendini adayan kahraman beyaz erkekleri okumaktan kolay sıkılmış ama dünyadaki diğer okurlar için bu hikâyeler daha uzun süre cazibesini korumuştur.