• Sonuç bulunamadı

Allah Teâlâ’nın Olacakları Ezelî İlmiyle Bilip Bilmemesi Konusu

D. GÜNÜMÜZE KADAR MÜŞKİLÜ’L-KUR’ÂN KONUSUNDA YAZILAN

6. Allah Teâlâ’nın Olacakları Ezelî İlmiyle Bilip Bilmemesi Konusu

67

(bu emre karşı çıkıp) isyâna dalarlarsa; işte o vakit helâk etmek isteriz.” Takdîm ve te’hîr Arapların şiir ve günlük kullanımlarında oldukça yaygın bir tür kullanımdır.297

Râzî ise, Taberî’nin görüşünü zikretmekte, sonra da Zemahşerî tarafından dile getirilen yorumu aktarmakta ve buna benzer bir yaklaşımı Ebû Alî el-Cübbâî’ye (v. 303/916) izâfe etmektedir. Akabinde de Râzî, kendi mensup olduğu mezhebinin, bu âyet-i kerîmeden hareketle, Allah Teâlâ’nın bir insana ibtidâen, yani ortada hiçbir neden yokken zarar verebileceğini iddia ettiklerini nakletmektedir. Netice olarak Râzî hem kendisinin doğru bir yaklaşım olarak gördüğü hem de bir Mu‘tezile âlimi Kaffâl’in (v. 417/1026) âyet ile ilgili yaklaşımlarını zikretmektedir. Kaffâl’e göre yüce Allah, ülkenin idârecilerinin, varlıklı ve isyâncı tabakasının kesinlikle îmâna gelmeyeceğini ezelî ilmiyle bilmesine rağmen sadece bu ilme dayanarak onları cezalandırmamakta, onlara hüsnü emretmekte, onların yerine getirip getirmeyeceklerinin somut bir şekilde ortaya çıkması için onlara mühlet tanımaktadır. Fakat bahşettiği bütün bu nimetlerden sonra, bu kimselerin tevbe edip îmâna gelmeyecekleri açık seçik kesinleşince de onları helâk etmektedir. Kaffâl’in zikrettiği bu yaklaşım Râzî tarafından beğenilip övgü kazanmıştır.298

Kanaatimizce konuyla ilgili yapılan görüşlerden en makulü Kaffâl’in dile getirdiği yaklaşımdır. Zira insanoğlu her ne yaptıysa kendi isteğiyle yapmış olmakta ve yüce Allah da bunun böyle olacağını insanları yaratmadan önce ezelî ilmiyle bilmesine rağmen sırf bu ilme dayanarak onları helâk etmemekte; iyi işler yapsınlar diye mühlet vermektedir. Fakat insanoğlunun kötü davranışlardan dönmeyecekleri kesinleşince onları helâka uğratacak musibetler göndermektedir. Ayrıca yüce Allah’ın fıskı emretmesinin mümkün olmayacağı hususunda hemen hemen bütün müfessirlerin aynı görüşte bulunduğu görülmektedir.

Dolayısıyla âyet-i kerîmede Allah’ın sebepsiz ve yersiz olarak bir toplumu helâk etmeyeceği ve fıskı emretmeyeceği kesinlikle beyan edilmektedir.

68

“şeyler” değillerdi diye açıklarlar.299 Ehl-i Sünnet âlimleri bu yaklaşımı kesinlikle kabul etmemişlerdir. Ancak Mu‘tezile bu yaklaşımı Allah’ın ilim sıfatına noksanlık getirceğinden ve tevhîde de zarara vereceğinden bu görüşü benimsememişlerdir.300

Kur’ân’da yüce Allah’ın olacakları ezelî ilmiyle bilip bilmemesi meselesi, bazı konular etrafında bahsedilmesi işkâl vehmi uyandırmıştır. Allah Teâlâ’nın vuku bulacak her şeyi meydana gelmeden önce bildiğine, O’nun mâhlukatın işleyeceklerini ezelî ilmiyle ihata ettiğine delalet eden pek çok âyet bulunmaktadır. Nitekim bu konudan bahsedilen bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

اَن ِّمامُكَأَشنَأاْذِإاْمُكِباُمَلْعَأا َوُه ا ِض ْرَ ْلأاا

اُمَلْعَأا َوُهاْمُكَسُفنَأااوُّك َزُتا َلاَفاْمُكِتاَهَّمُأاِنوُطُبايِفا ةَّن ِجَأاْمُتنَأاْذِإ َو ىَقَّتاا ِنَمِب

“Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.”301

Buna karşılık bazı âyet-i kerîmelerde İlm-i İlâhîde değişiklik ve olumsuzluk izlenimi verilmektedir. Nitekim bu minvalde olan bazı âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmaktadır:

اَم َو اَلوُس َّرلااُعِبَّتَيانَماَمَلْعَنِلاَّلِّإااَهْيَلَعا َتنُكايِتَّلااَةَلْبِقْلاااَنْلَعَج اِهْيَبِقَعاىَلَعا ُبِلَقنَيانَّمِم

“Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin Kâbe’yi kıble yapmamızın sebebi, sırf Peygamberin izinden gidenlerle ondan ayrılıp gerisin geriye dönenleri meydana çıkarmaktır.”302

299 el-Hayyât, Ebü’l-Hüseyn Abdürrahîm b. Muhammed b. Osman, Kitâb el-İntisâr ve’r-Reddu alâ İbn er-Râvendî, thk., Nieberg, Beyrut: yay.y., 1407/1987, ss. 124-125.

300 Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, Sâid b. Muhammed b. Hasen b. Hâtim, el-Mesâil fi’l-Hilâf beyne’l-Basriyyîn ve’l-Bağdâdiyyîn, thk., Maan Ziyâde, Rıdvân es-Seyyid, Beyrut, Ma’hed el-İnmâi’l-Arâbi, 1399/1979, s. 8;

Mâtürîdî’nin belirttiğine göre Allah’ın ilmi ezelî olup, sonradan kazanılmış bir ilim değildir. O, bu hakikati iki şekilde ispatlar: (a) Allah’ın ilmini O’nun rahîm oluşuna kıyaslar. Şöyle ki Allah rahîmdir. Ancak O, yarattığı yağmur gibi rahmet vesileleri sonucunda rahîm değildir; rahîm olduğu için bunları yaratmıştır.

Allah’ın ilmi de böyledir. Yarattıktan sonra bilmiş değildir, ezelde bilmekteydi. (b) Allah’ın ilminin ezelî oluşunu kabul etmeyenlere şu soruyla karşılık verir: “Allah yaratmadan önce, ezelde, kendi zâtını ve fiillerini biliyor muydu?” Eğer “Bilmiyordu.”, denilirse Allah cahillikle nitelenmiş olur. Bu da bir çelişkidir. Eğer

“Biliyordu.” denilirse de Allah’ın ilminin ezelî olduğu ispatlanmış olur.” (Mâtürîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, thk.

Fethullah Huleyf, İskenderiyye: Dâru’l-Câmiâti’l-Mısriyye, t.y., ss. 123-124.) Mu‘tezile’nin genel kanaatine göre Yüce Allah’ın ezelî (varlıkların yaratılışıyla ortaya çıkan) ilmi, insanların davranışlarında zorlayıcı bir karakterde değildir. Bu yönüyledir ki onların Allah’ın ilmi konusundaki düşünceleri, diğer düşünce okullarından farklılık arz etmektedir. Allah Teâlâ’nın ezeldeki bilgisine dayalı olarak takdir etmiş olduğu bütün şeyler, kulların fiileri üzerinde zorlayıcı bir nitelik arz etmediğinden kulların kendi özgür irâdeleriyle yaptıklarından tamamen sorumlu tutulacaklardır. (İbnü’l Murtazâ, Ahmed b. Yahyâ, Tabakâtu’l-Mu‘tezile, Beyrut: Dâru’l-Muntazır, 1381/1961, s. 98; İbn Hazm, el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâ ve’n-Nihâl, Beyrut: Dâru Sâdır, t.y., C. III, ss. 84-85; es-Subhî, Ahmed Mahmûd, ez-Zeydiyye fî İlmi’l-Kelâm, Beyrut: Dâru’n-Nehdâti’l-Arabiyye, 1404/1984, C. I, s. 371; el-Bâkıllânî, Ebû Bekr Muhammed b. Tayyib b. Muhammed, et-Temhîd fi’r-Reddi ale’l-Mülhidi’l-Muattıla ve’r-Râfıza ve’l-Havâriç ve’l-Mu‘tezile, Kahire: yay.y., 1366/1947, s. 332; Bedevî, Abdurrahmân, Mezâhibu’l-İslâmiyye, Beyrut: Dâru’l-İlmi’l-Melâyyîn, 1399/1979, C. I, s. 623.)

300 Âl-i İmrân, 3/178.

301 Necm, 53/32; Ayrıca bkz. Bakara, 2/29; 33; Al-i İmrân, 3/29; Mâide, 5/7; En‘âm, 6/57; Hûd, 11/5; Nahl, 16/23.

302 Bakara, 2/143.

69

اَقَلَخايِذَّلا ا لاَمَعاُنَسْحَأاْمُكُّيَأاْمُك َوُلْبَيِلاَةاَيَحْلا َوا َت ْوَمْلا

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.”303

Zemahşerî, ikinci gruptaki âyet-i kerîmelerin ilkinde yer alan ملعنل /“Bilelim”

ifadesinin, ikincisinde de “insanları sınaması” ilkesinin, Allah’ın mahlûkatı icât ve ihdâs esnasında olan ilmine aykırı düştüğünü ifade etmektedir. Zira yukarıda verilen ilk âyette, ملعنل /

“Bilelim.” ifadesi, yüce Allah’ın, Peygamber’e (s.a.s) kimin uyacağını, kimin de uymayıp küfre geri dönüş yapacağını bilmediği zannını ortaya koymaktadır. İkinci âyette de O’nun hayat ve ölümle sınamadan insanlardan kimin güzel amel edip etmeyeceği hususunda ayırt edemeyeceği vehmi uyanmaktadır. Zemahşerî, Bakara sûresindeki işkâlin çözümü bağlamında iki görüş aktarmaktadır.

Müellifin aktardığı ilk yoruma göre âyet-i kerîmede yer alan ملعنل / “Bilelim.”

ifadesinin anlamı, “Karşılık gerektirecek/terettüp edecek bir bilgi ile bilelim.” şeklindedir. Bu da yüce Allah’ın meydana gelmiş, vâki olmuş bir hâdise olarak bilmesi anlamına gelmektedir.

Nitekim bu, “Yoksa siz; Allah, içinizden cihat edenleri ve sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden Cennet’e gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmrân, 3/143) âyetindeki duruma benzemektedir. Allah, Resûlü’nün ve müminlerin bilgisini kendi zatına isnat ederek ملعنل /“Bilelim.” ifadesiyle onların da bilmelerini sağlamak istemiştir.304 Konuyla ilgili aktarılan ikinci görüşe göre söz konusu ifade ile صكانلاانماعباتلاازيمن /“Tâbi olanı nakıs/dönek olandan seçip temyiz etmek.” kastedilmiştir. Bu minvalde “Allah, pis olanı temizden ayırmak, pis olanların hepsini birbiri üstüne koyup yığarak Cehennem’e koymak için böyle yapar.” (Enfâl, 8/37) şeklinde âyet bulunmaktadır. Bu durumda, ملعلا / “bilme” ifadesi, زييمتلا /“ayırt etme”

anlamında kullanılmıştır; zira seçip ayırt etmenin ancak ilim sayesinde gerçekleşmesi mümkündür.305

Mülk sûresindeki âyet-i kerîmeye gelince, Zemahşerî, ةايح /“Hayat” ifadesinin mevcudiyetiyle hissedilen şey; توملا /“ölüm” ifadesinin onun zıddı olduğunu belirttikten sonra

“Ölümü ve hayatı yarattı.” cümlesinin, bu hissin var edilmesi ve yok edilmesi anlamında olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla âyet-i kerîmede bunların, insanları sınamak için yaratıldığı ifadesiyle, yüce Allah’ın insanlardan vaki olacağını bildiği şey meydana gelir de onları amellerine göre cezâlandırır, kendi ilmine göre değil, manası kastedilmiştir. Bu ise istiâre yoluyla anlatılmıştır. Nitekim bu anlamda, “Antolsun, içinizden, cihat edenleri ve

303 Mülk, 67/2; Diğer örnekler için bkz. Tevbe, 9/16, Yûnus, 10/14,18, Muhammed, 47/7.

304 Zemahşerî, a.g.e., C. I, 340.

305 Zemahşerî, a.yer.

70

sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.”

(Muhammed, 47/31) âyet-i kerîmesi de mevcuttur. Buna göre hangi kulun nasıl amel ettiğinin ortaya çıkması için kulların sınanması, Allah’ın bildiği hakîkatin kullara da aşikâr olması içindir.306

Konuyla ilgili bir kıyaslama yapacak olursak Taberî, Bakara sûresindeki müşkilin izahında Zemahşerî’nin dile getirdiği görüşleri zikrettikten sonra iki yorum daha aktarmaktadır.307 Taberî konuyla ilgili, ملعلا /“bilmek” ifadesi, ةيؤرلا /“görmek” anlamında kullanılmakta ve cümlenin anlamı, “Görelim.” şeklindedir, yorumunu zikrettikten sonra bunun yanlış olduğunu ifade etmektedir. Zira ona göre bir işi işleyen kimse onu aynı zamanda bilmiş olduğu için ةيؤرلا /“görmek” ifadesinin, ملعلا /“bilmek” yerine kullanılması mümkündür.

Bilakis ملعلا /“bilme” fiili, ةيؤرلا /“görme” fiilinin yerinde konulduğu hiçbir vâkit vâki olmamıştır. Akabinde de âyet-i kerîmede geçen ملعنل /“Bilelim.” ifadesinin, yüce Allah’ın, insanların kalbini İslâm’a karşı yumuşatma maksadıyla getirdiği bir nezâket ifadesi olduğunu belirtmiştir. Bu ifadenin asıl anlamı ise, “Sizlerin bilmeniz için” şeklindedir. Nitekim Kur’ân’ın bazı âyetlerinde bunun gibi ifadeler kullanılmaktadır. Örneğin: “O hâlde ya biz hidâyet veya apaçık bir sapıklık üzereyiz, ya da siz!” (Sebe’, 34/24) şeklinde buyrulmaktadır.

Burada Hz. Peygamber’in hidâyette; müşriklerin ise dalâlet içinde bulundukları açıktır. Ancak bu ifadeyle onların kalplerini, İslâm’a karşı yumuşatmak istenmiştir.308

Mâtürîdî, Mülk sûresindeki âyetin açıklamasında ilk olarak Zemahşerî’nin dile getirdiği yaklaşıma benzer bir yoruma yer vermektedir. Öncelikle ءلاتبلإا /“sınamanın”, açık olmayan bir durumun ortaya çıkarılması manasında olduğunu ifade etmektedir. Ancak burada bir kinâye de söz konusudur. Sınayan kimse durumu bilmiş olabilir ancak diğerlerinin de bilmesi için sınama fiilini işlemektedir. Dolayısıyla âyette, hangi kişinin ne şekilde davranacağının ortaya çıkması için kulların sınanması, yüce Allah’ın neticeyi görmesi anlamında olmadığı beyan edilmekte; bilakis O’nun bildiği şeyin kullara da açık olması içindir. Akabinde Mâtürîdî bir benzetme yapmaktadır. Ona göre bir şeyi emretmenin amacı faydayı elde etmektir. Yine bir şeyi men etmek de bir zarardan koruma amacına yöneliktir.

Yüce Allah da insanlara yönelik birçok emir ve yasaklar buyurmaktadır. Ancak emredilmiş ve yasaklanmış olan bu şeylerden hâsıl olacak fayda ve zararlar, Allah Teâlâ için değil, insanlar içindir. Bundan ötürü, insanların sınanmasının amacı, yüce Allah’ın onların işlediklerini öğrenmesi değil, O’nun bildiğini kendilerinin de bilmesini istemesidir. Akabinde de burada,

306 Zemahşerî, a.g.e., C. VI, s. 169.

307 Taberî, a.g.e., C. II, ss. 642-644.

308 Taberî, a.g.e., C. II, s. 644.

71

insanların itaat ve inkârcılığa dair tutumlarının, yüce Allah’ın emir ve yasakları ile gerçekleşeceğini bildirmektedir. İnsanları itaatkâr veya isyânkâr diye vasıflandırmak, verilmiş olan bu emir ve yasaklara karşı davranışlarıyla belirlenmektedir. Dolayısıyla Allah’ın emir ve yasaklar yöneltmesi insanlar bakımından bir imtihân olmuştur. Oysa O, amellerin neticesini bilmek için imtihâna ihtiyaç duymamaktadır.309 Râzî ise, konuyla ilgili zikredilen görüşleri aktardıktan sonra, bu hususu açıklama mahiyetinde Bakara sûresinin 124. âyet-i kerîmesine işaret etmektedir. Ona göre sonuçları bilmesine rağmen yüce Allah’ın kullarını imtihân etmesi, O’nun emir ve yasaklarını mecâzî yoluyla böyle adlandırması mümkündür. Allah Teâlâ hakkında imtihân etme gibi fiiler kullanılması caiz değildir. Zira ezelden ebede kadar olup olacakları bilmektedir. Akabinde Râzî, Hişâm b. Hâkem’in, “Yüce Allah ezelde ancak eşyaların hâkikatini ve keyfiyetini bildiği fakat bu keyfiyetin meydana geliş ve varlık âlemine girişlerini ise ancak bunlar ortaya çıkarken bildiği” şeklindeki görüşünün bâtıl olduğunu ifade ederek naklî ve aklî deliller ile desteklemektedir.310

Kanaatimizce söz konusu âyet-i kerîmede اَملعنل /“Bilelim.” ifadesinin anlamı, görmek, kimi cezalandırıp kime mükâfat verileceğini öğrenmek manasında olduğu ifade edilmesine rağmen bu Allah’ın olacak şeyleri önceden bilmesiyle bir teâruz arz etmemektedir. Zira O, ezelden ebede kadar olup olacak bütün şeyleri bilmektedir. Nitekim Kur’ân’da bu, “Allah, bunu göğüslerinizdekini denemek, kalplerinizdekini arındırmak için yaptı. Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.”311 (Âl-i İmrân, 3/154) şeklindeki âyet-i kerîme gibi birçok âyette desteklenmektedir. Dolayısıyla âyet-i kerîmelerde, yüce Allah’ın kulları imtihân ederek onların yaptıklarının sonuçlarını bilmesi anlamı değil; bunun tam aksine bildiği şeyin onlara da aşikâr olması manası kastedilmiştir.