• Sonuç bulunamadı

Allah Teâlâ’nın Kâfirlere Mühlet Vererek Günahlarının Artmasını İstemesi

D. GÜNÜMÜZE KADAR MÜŞKİLÜ’L-KUR’ÂN KONUSUNDA YAZILAN

3. Allah Teâlâ’nın Kâfirlere Mühlet Vererek Günahlarının Artmasını İstemesi

Allah’ın kâfirlere süre tanıyarak günahlarının artmasını irâde edip etmeyeceği meselesidir.

Kur’ân’ın birçok âyetinde Allah’ın kullarına zulmetmeyeceği ve zâlim olmadığına dair bilgi verilmektedir. Nitekim bu minvâlde şöyle buyurmaktadır:

اَّنِكـَل َوا ائْيَشا َساَّنلااُمِلْظَياَلّاَ ّاللّاَّنِإ ا َنوُمِلْظَياْمُهَسُفنَأا َساَّنلا

269 Zemahşerî, a.g.e., C. III, s. 582.

270 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, C. XXI, ss. 116-117.

271 Beyzâvî, a.g.e., C. II, s. 377.

272 Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd, Medâriku’t-Tenzîl ve Hâkâiku’t-Te’vîl, Beyrut:

Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1419/1998, C. II, s. 298.

60

“Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler.”273

Buna karşılık Kur’ân’ın bir âyetinde yüce Allah’ın inanmayanlar daha fazla günah işlesinler diye süre tanıdığı bildirilmektedir. Mevzubahis âyet şöyledir:

اْاو ُرَفَكا َنيِذَّلااَّنَبَسْحَياَلّ َو ا امْثِإاْاوُداَد ْزَيِلاْمُهَلايِلْمُنااَمَّنِإاْمِهِسُفنَ ِّلأا رْيَخاْمُهَلايِلْمُنااَمَّنَأ

ا نيِهُّما باَذَعاُمْهَل َو ا

“İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.”274

Zemahşerî’ye göre bu âyet-i kerîmenin zâhirinin beyan ettiği üzere, Allah’ın kâfirlere günahları artsın diye mühlet verdiğini bildirmesi müşkile neden olmaktadır. Böyle bir kubuh fiilin, Allah’a isnat edilmesinin nasıl mümkün kılındığını sormakla birlikte aynı zamanda bu durum Allah’ın aslah/adâlet sıfatıyla ve kullarına zulmetmeyeceği ve zâlim olmadığına dair bildirilen âyetiyle de çeliştiğini ifade etmektedir. Bu durumun çözümü bağlamında Keşşâf’ında iki görüşe yer vermektedir.

Müellifin zikrettiği ilk görüşe göre âyet-i kerîmede geçen, “Allah’ın kâfirleri kendi haline bırakması.” onlara mühlet vermenin gayesi değil, neticesidir. Nitekim Arapça’da, اتدعق رشلاا ةفاخملاا دلبلاا نما تجرخا وا ،ةقافلاوا زجعللا وزغلاا نع /“Aciz ve ihtiyaç sahibi olduğum için cihada katılmadım; şerre maruz kalma endişesiyle beldeden (şehirden) çıktım.” şeklinde denildiğinde, bunların hiçbiri gaye değildir; ancak illet ve sebeptir. Yukarıdaki âyet-i kerîmenin durumu da buna benzemektedir. Zira günahın artması da mühlet vermenin illet ve nedeni (sebebi) kılınmıştır. Buna göre yüce Allah’ın her şeyi kuşatan ilminde inkârcıların, günahlarını artıracaklarını bildiği için, “kendi haline bırakma/ mühlet verme” mecâz yoluyla onların günahlarını ziyade etmesi için bir illet ve neden olmaktadır.275

Zemahşerî’nin Yahyâ b. Vessâb’a (v. 103/721) isnaden zikrettiği ikinci görüşe göre burada bir takdîm-te’hîr söz konusudur. Buna göre âyette inkâr edenlerin bulundukları halde bırakılmasının, günahları artsın diye değil; bilakis böyle bir durumda devam etmeleri, tevbe edip inanmalarını sağlamak içindir. Bu durumda, اْمِهِسُفنَ ِّلأا رْيَخا ْمُهَلا يِلْمُنا اَمَّنَأ /“Onları kendi hallerinde bırakmamız daha hayırlıdır”. ibaresi, fiille mefûlü arasında bir ara cümle gibi olmaktadır. Bunun üzerine âyetin anlamı şöyledir: “İnkâr edenler, kendi haline bırakıp vermiş olduğumuz mühleti, günahlarını artırmak ve azaba düçar edilmeleri için olduğunu zannetmesinler. Bilakis biz onlara ancak (onlara süre tanıyarak ve hemen cezalandırmayarak

273 Yûnus, 10/44; Ayrıca bkz. Fussilet, 41/46.

274 Âl-i İmrân, 3/178.

275 Zemahşerî, a.g.e., C. I, s. 663.

61

ihsanda bulunmuş) kendileri için hayırlıları (îmân edip sâlih amel işleyerek) artırsınlar diye mühlet vermekteyiz.” şeklindedir.276

Bir karşılaştırma yapacak olursak Taberî âyet-i kerîme ile ilgili kıraat farklılıkları ve anlamlarını açıkladıktan sonra burada en isabetli yorumun, bunun (âyetin) hâkikat anlamında olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla burada yüce Allah’ın her şeyi kuşatan ilmiyle onların küfürde isyâncı olduklarını bildiği için onlara mühlet vermektedir; fakat onların bunu kendileri için iyi olduğunu zannetmeleri yanlıştır. Zira onlar için hor ve hakir düşüren bir azap hazırlanmıştır. Bu görüşü destekleme mahiyetinde Kur’ân’da bu minvalde olan âyetleri zikretmektedir.277 Mâtürîdî ise, konuyla ilgili Zemahşerî’nin (Mu‘tezîle âlimlerinin) zikrettiği bu görüşleri isabetli bulmamakta ve birkaç açıdan eleştirdikten278 sonra söz konusu âyetin bir işkâl vehmi uyandırdığını ifade etmektedir. Onun söz konusu müşkilin çözümünde yapttığı izahların tahsise dayalı olduğu görülmektedir. Buna göre âyet-i kerîmede bahsedilmiş olan durum genel değildir, belirli bir kısım inkârcılar için geçerli olmaktadır.279 Bu kimselerin îmân etmeksizin öleceklerini yüce Allah bildiği halde onları derhal cezalandırmamıştır. Ancak onlar bulundukları bu durumdan hareketle Allah Teâlâ’nın onlardan razı olduğunu, onlara sürekli nimetler bahşedileceğini zannetmemeleri gerekmektedir. Müşrikler Uhud Savaşında Müslümanlara karşı galip olmalarının, münafıklar da savaşta canlı kalmalarının ve yaşamakta olmalarının kendileri için hayırlı olduğunu sanmamaları hususunda uyarılmaktadırlar.280

276 Zemahşerî, a.g.e., C. I, s. 664.

277 Taberî, a.g.e., C. VI, ss. 260-263.

278 İlk olarak âyete böyle bir anlam verildiğinde; bu âyetin “Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin.

Allah, bununla ancak onlara dünya hayatında azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor.”

(Tevbe, 9/55) âyeti ile çelişkili olacaktır. Eğer Mu‘tezile âlimlerinin dediği gibi küffara ömür hususunda mühlet verilmesi ve onlara dünyada nimetler verilmesi bir hayır olsaydı Hz. Muhammed niçin bu hayra imrenmekten sakındırılsın ki? Oysa Mu‘tezilî te’vil, “adâlet” teorisinden hareketle bunları hayır olarak nitelemektedir. Bununla birlikte Mâtürîdî’ye göre bahsi geçen Tevbe 9/55. âyetin zâhir anlamı, Âl-i İmrân 3/178. âyetinin zâhir anlamını da desteklemektedir. Bu zâhir anlam te’vil edildiğinde ise görüldüğü üzere âyetler birbiri ile çelişkili olmaktadır. Bu da ilgili te’vilin yanlış olduğunu gösterir. Mâtürîdî’nin bahsettiğimiz te’vile ikinci eleştirisi de şu şekildedir: Eğer bu âyette böyle bir takdîm ve te’hîre gitmek doğru olsaydı aynı şey başka âyetlerde de yapılabilirdi. Bu takdirde Kur’ân’-ı Kerîm’deki müjdeler uyarıya, va‘dler tehdide rahatça dönüşebilir. Bunun doğru olmadığı açık bir husustur. Mu‘tezile gibi her bir grup kendi görüşleri doğrultusunda bu tür işlemler yaparsa Kur’ân’ın sabit bir anlamından bahsedilemez. Mâtürîdî’nin eleştirisinin bir diğer yönü de âyetteki “irâde” fiili ile ilgilidir. Şöyle ki ilgili âyetlerde Allah’ın kâfirlerin günahlarının artıp kâfir olarak ölmelerini irâde ettiği bildirilmiştir. Eğer bu gerçekleşmeyecek bir şey ise Allah Teâlâ, bu hususta cahillikle vasıflanmış ya da abesle iştigal etmiş olur ki O, bunlardan münezzehtir. Bu da gösterir ki âyetlerde Allah Teâlâ kâfirlerin akıbetiyle ilgili kendi ilminde sabit olan bir gerçeği haber vermiştir.

279 Bu âyet-i kerîmede kastedilen kişilerin Uhud’ta kazanan Mekke müşrikleri, Uhut savaşına katılmayıp geri kalan münafıklar ve Medine Yahudileri olduğu hususunda görüşler için bkz. Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., C.

I, s. 317; Mekkî b. Ebî Tâlib, Ebû Muhammed Hammûş el-Kurtubî, el-Hidâye ilâ Bulûği’n-Nihâye, thk. ei-Şahid el-Buşuhî v.dğr., 1. b., Abu Dabi: Câmiatu’ş-Şarika, 1429/2008, C. II, s. 1186; İbnü’l- Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed, Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, y.y: Mektebetü’l-İslâmî, 1404/1984, C. I, s. 508; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, C. IX, s. 109.

280 Mâtürîdî, a.g.e., C. II, s. 484. Benzer yorum için bkz. Abduh Muhammed&Reşid Rıza, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Hakîm (Tefsiru’l–Menâr), Kahire: Dâru’l-Menâr, 1366/1947, C. IV, s. 251.

62

Râzî de öncelikle âyet-i kerîmede yer alan “Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz.” ifadesinin, Allah’ın hayır ve şerrin Yaratıcısı, küfrün ve isyânın O’nun irâdesi ile olduğuna dalâlet ettiğini ifade etmektedir. Akabinde Zemahşerî’nin dile getirdiği görüşleri zikredip tenkitte bulunmakla birlikte Ehl-i Sünnet’in görüşlerine yer vermekte, bu âyet-i kerîmenin Allah’ın adâlet sıfatıyla çeliştiğini iddia etmenin yanlış olduğunu vurgulamaktadır. Ardından da bu âyet-i kerîmenin, yüce Allah’ın bu dünyada inkârcıların ömrünü uzatması ve birçok muradlarına ulaşmasının bir nimet olmadığına dalâlet ettiğini zikreder. Zira bunlardan hiçbiri inkârcılar için hayır olmadığı açık bir şekilde beyan edilmektedir. Dolayısıyla âyette zikredilen bu mühlet, gerçekte bir belâ ve azap sebebi olduğuna işaret edilmektedir.281

Netice itibariyle gerek Zemahşerî gerekse diğer müfessirler yüce Allah’ın kullarına zulmetmeyeceği hususunda ittifak ettikleri görülmektedir. Ancak söz konusu müşkili ortadan kaldırma konusunda aralarında farklılıklar olduğu malumdur. Kanaatimizce âyet-i kerîmede inkârcıların dünya hayatında irâdelerini özgürce kullanabilmeleri için kendilerine fırsat bahşedildiği beyan edilmektedir. Yüce Allah’ın ortaya koyduğu bu kanûn bütün insanlar için geçerli olmaktadır. İnsanlar kendi özgür irâdeleriyle tercihte bulunmaktadırlar, istedikleri gibi yaşamaktadırlar. Ancak Allah Teâlâ burada, îmân etmemelerine rağmen kâfirlere böyle bir imkân vermesinin kendileri için hayırlı bir şey olduğunu zannetmemeleri gerektiğini, onlara ancak günahlarının artması için süre tanıdığını, dolayısıyla bunun medhedilecek ve sevinilecek bir şey olmadığını bildirmekte ve bu suretle onlara tembih etmektedir.