• Sonuç bulunamadı

Allah’ın kudretinin eserlerinin sahnelendiği mekân olarak dünya

B. Dünya

1. Allah’ın kudretinin eserlerinin sahnelendiği mekân olarak dünya

bütün meyvelerini ve Rablerinin mağfiretini tadabilme (imkânı) var: İşte bu (cennet), ateşi mes-ken edinenlerin ve bağırsaklarını parçalaması için yakıcı ümitsizlik sularını içmeye mahkûm edilenlerin (hak ettikleri karşılık) ile bir olur mu?”126 şeklindeki âyette geçen “

ƒ!‚ 5'k'! _' :

  

” ifadesini, içilmeye başlandığında sıcaklığı sebebiyle yüzü kavuran/yakan anlamına

gel-diğini belirten İbn Nâkıyâ, suyun bu şekilde isimlendirilmesinde iki te’vîl bulunduğuna işaret ederek, ilk te’vîle göre burada kastedilenin mutlak su olduğunu ve ifadede içen kimsenin aza-bını arttıran bir vasıflandırma bulunduğunu; ikinci te’vîle göre ise ifadenin, İbrahim sûresinin 16. âyetinde yer alan “

KQ:Q 6 O  2 #G;: 1

” şeklindeki tanımlamada olduğu gibi suyun ismine müsteâr kılınmasının da caiz olduğunu ifade eder.127

Âyetteki “

oG@ I O ( 1    ƒ!‚

” ifadesiyle kastedilenin içeceğin zemmedilmesi olduğunu ifade eden İbn Nâkıyâ, bu ifadenin inkâr edenlerin korkusunu ve cehennemden kaçınmayı te’kid ve onları bundan men’etmede mübalağa olarak geldiğini söyler.128

a. Gökyüzündeki işaretler

Kâinatta olup bitenlerin Allah’ın kudretinin işaretleri olduğu konusunun gökyüzü ile il-gili yönü, el-Cümân’da ilk olarak, Yâsîn sûresindeki âyetlerde, ay hakkında geçmektedir. Onun çeşitli evrelerden geçirildikten sonra hilâl şekline getirilmesi, teşbîh ile şöyle ifade edilir:

, “QG! E'k !R N % #  m 8a .  5 9 Q/  -G! 1 L

,

D$  1  -G! ‰9QI EV   ?d . : ƒ-  

eR 1 9  . n (

E'] ; : K>$A ?A L

“Ve ay(da da bir işaret vardır ki) Biz onu, kuru ve eğik bir hurma dalını andırır hale ge-linceye kadar çeşitli safhalardan geçirdik:” “Ne güneş aya erişebilir, ne de gece gündüzü yok edebilir, çünkü hepsi uzayda (yasalarımız doğrultusunda) hareket ederler.”129

Âyetin

L “QG! E'k !R N % #  m

,

kısmında, vech-i şebehin mürekkep olması sebebiyle teşbîh-i mürsel mücmel vardır. 130 İbn Nâkıyâ, âyetteki teşbîhi incelemesine,

L  -G! ,

lafzının fethalı gelmesini açıklayarak başlar. Bu kıraati, lafzın başında bir “

 9Q/

” fiili varmış gibi tefsir edilmesiyle açıklar ve kamer lafzının nesne konumunda bulunmakla mansup geldiğini ifade eder. Âyetteki kamer lafzının, “onlara bir âyet kıldığımız ay” anlamında mübteda konumunda merfu olmasının da caiz olduğunu ifade eden İbn Nâkıyâ, bu durumda

L 5 9 Q/ ,

lafzının haber olacağını belirtir.131 Bundan sonra

L 8a . 

,

lafzının açıklanmasına geçen İbn Nâkıyâ, bu lafzın anlamını, “Bu menzillerin, ayın, bir ay içinde kendilerinde bulunduğu yirmi sekiz yer olduğu”, şeklinde açıklar. Bu konuda Arapların inanışına değinen İbn Nâkıyâ, Araplara göre, Ay’ın her gece hilâl oluncaya kadar kendisinde bulunduğu bu durakların “yıldızların yerleri” diye isimlen-dirdikleri farklı çeşitleri olduğunu, ifade eder. Bu inanışa göre, her menzil on iki burca bağlıdır.

Hicr sûresinin 16. âyetini132 burçların varlığına delil getiren İbn Nâkıyâ, burç lafzının aslının sarp, sağlam kaleler saraylar olduğunu belirtir.133 Burç lafzının bu şekildeki kök anlamında kullanılışına Nîsâ sûresinin 78. âyetini örnek olarak gösterir.134

Burçlar hakkında bilgi veren İbn Nâkıyâ, burçların her birinde iki menzil ve üçüncü ola-rak da gökcisimlerinin yörüngesi olan ayın menzili bulunduğunu söyler; feleğin onunla

129 Yâsîn 36/39–40.

130 es-Sâbûnî, a.g.e., c. III, s. 20.

131 İbn Nâkıyâ, el-Cümân (Zerzur-Dâye), s. 184.

132 el-Hicr 15/16: “Gerçekten de Biz, gökyüzüne büyük takımyıldızları serpiştirdik ve onları seyredenler için süsleyip bezedik.”

133 İbn Nâkıyâ, el-Cümân (Zerzur-Dâye), s. 184.

134 en-Nîsâ 4/78: “Nerede olursanız olun, ölüm gelip sizi bulacaktır; göğe yükselen kulelerde olsanız bile.”

ğünü ve bu yörüngenin halka halka dönmesi sebebiyle felek olarak isimlendirildiğini ifade eder.

Felek hakkındaki bu görüşlerini Enbiyâ sûresinin 33. âyetine135 dayandırdıktan sonra, bu men-ziller hakkında döneminin bilgi birikimini, İbn Kuteybe’nin Kitâbü’l-Envâ’ından yaptığı alıntı ile aktarır.136

Bu açıklamalardan sonra, teşbîhin yer aldığı

L “QG! E'k !R ,

âyet parçasını incelemeye geçen İbn Nâkıyâ,

E'k !

lafzının, hurma ya da üzüm salkımının dalı anlamında olup, bu hurma dalının kuruyup ince, kırılgan olarak küçülerek eğilip büküldüğünde hilâle benzer bir şekle büründüğünü ifade eder.137 Kelimenin, bir şey bir tarafa meyledip eğilmek anlanımdaki “

v J

” kelimesinden, “

E'$ A

” kalıbında geldiğini söyleyerek kök bilgisi verir.138

Konuyu işleyişini, buradaki teşbîhle bağlantılı olduğunu söylediği, Yâsîn sûresinin 40.

âyetini139 zikrederek sürdüren İbn Nâkıyâ, âyettin “

 -G! ‰9QI EV   ?d . : ƒ-  

” bölümüyle ifade edilenin, ayın hilâle dönüşmesi olayının ondaki güneşten yansıyan ışığın sapması sonucu oluştuğunu, bunun da ayın güneşe yakınlığını ifade ettiğini belirtir. Âyetin, “

9  . n ( D$  1

kısmıyla ise, güneş ve ayın yolundan şaşmaz bir nizam üzerinde olduklarının ifade edildiğini söyler.140

Arapların Hz. Muhammed (s.a.s.) döneminde, söz söyleme, fesâhat ve belâgatta ileri bir seviyede olmaları ve sanatlı bir çok şiir söylemelerinde rağmen sadece bu âyetteki belâgata bile erişemeyeceklerini ifade eden İbn Nâkıyâ, konuyu işleyişini bu görüşünün dayanağı olarak ortaya koyduğu İsrâ sûresinin 88. âyetini141 zikrederek sonlandırır.

b. Yeryüzündeki işaretler

Kur’ân’da, Allah’ın muhteşem yaratma sanatının izlerinin ortaya konduğu âyetlerden yeryüzü ile ilgili olanlar, denizlerde giden gemiler ve dünyanın insanın yaşayışına uygun halde yaratılmasından bahisle gece ile gündüzün varlığının hikmeti, yeryüzünün sabit konumuyla

135 el-Enbiyâ 21/33: “Hepsi de uzayda dolaşan (o gök cisimlerini) yaratan O’dur.”

136 İbn Nâkıyâ, el-Cümân (Zerzur-Dâye), s. 185–214.

137 İbn Nâkıyâ, el-Cümân (Zerzur-Dâye), s. 215.

138 İbn Nâkıyâ, el-Cümân (Zerzur-Dâye), s. 215.

139 Yâsîn 36/40: “Ne güneş aya erişebilir, ne de gece gündüzü yok edebilir, çünkü hepsi uzayda (yasalarımız doğrultusunda) hareket ederler.”

140 İbn Nâkıyâ, el-Cümân (Zerzur-Dâye), s. 239.

141 el-İsrâ 17/88: “De ki: Bütün insanlar ve görünmeyen varlıklar bu Kur’ân’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelselerdi ve birbirlerine bu konuda destek olmak için ellerinden gelen her şeyi yapsalardı, yine de onun benzerini ortaya koyamazlardı!”

yaşanılacak bir yer, dağların sağlamlaştırıcı birer direk kılınmasından bahsedilenler olarak iki yönlüdür.

(1) Denizde giden dağlar gibi gemiler

Allah’ın sonsuz ilmi, kudreti neticesinde gerçekleşen olağanüstü olayların insanların nazarına verildiği âyetlerden, yeryüzü, dağlar, denizler kavramlarının yer aldığı âyetler, Rah-mân sûresinde, Allah’ın nimetlerinden bahsedilirken, Allah’ın kudretinin eseri olarak insana verdiği icat etme yeteneği ve bunun sonucunda ortaya çıkarılan gemilerin, Allah’ın kâinatta yarattığı mükemmel düzen sayesinde denizlerde yüzebilmesine işaretle şöyle buyrulur:

,

! ?A P .-! 9 ' y!  1 Y$%U!R ] 

L

“Ve (hareket halindeki) dağlar gibi denizler üzerinde yüzüp giden kocaman gemiler O’nundur.”142 Âyette, teşbîh-i mürsel mücmel vardır. Yani, büyüklükte dağlar gibi, demek-tir.143

Konuyu açıklamasına, âyette geçen lafızların anlamlarını ve okunuş farklılıklarını vere-rek başlayan İbn Nâkıyâ, ““““

_ 9 ' y!

” lafzının gemiler, “

P .-!

” lafzının suyun üstünde yükseltilmiş, kaldırılmış anlamına geldiğini ifade eder.144

Âyetteki teşbîhi, “Allahü Teâlâ, denizi yaran büyüklükte bir gemiyi kastederek deniz-deki gemileri dağlara benzetti, çünkü büyüklük olarak ona en benzeyen dağdır” şeklinde açık-layan145 İbn Nâkıyâ, benzer teşbîhin Şûrâ sûresinin Allah’ın, kâinatta kendisine ve kudretine işaret eden âyetlerinden bahsedilen

, ' y! I :T 2 1

Y$%U!R ] ! ?A 9

L , W3W K :P >q ?A DE0 5~ #$ % QR 1 9 2!$$! A <:+ 23;: !U  : E0

K9'3  K9  6 L

“Denizler üzerinde dağlar(ın salınıp durması) gibi akıp giden gemiler de O’nun işaretle-rindendir.” “Dilerse rüzgârı dindirir, o zaman denizin üzerinde hareketsiz kalıverirler; bunda, şüphesiz sıkıntılara göğüs geren ve (Allah’a) gönülden şükreden herkes için mesajlar vardır.”146 şeklindeki 32. âyetinde de geçtiğini ifade ederek konuyu işleyişini sonlandırır.147 Âyette teşbîh-i mürsel mücmel vardır. Yanteşbîh-i, “Gemteşbîh-iler büyüklük ve azamette dağlar gteşbîh-ibteşbîh-idteşbîh-irler”, demektteşbîh-ir.148

142 er-Rahmân 55/24.

143 es-Sâbûnî, a.g.e., c. III, s. 303.

144 İbn Nâkıyâ, el-Cümân (Dâye), s. 357–358.

145 İbn Nâkıyâ, el-Cümân (Dâye), s. 358.

146 eş-Şûrâ 42/32–33.

147 İbn Nâkıyâ, el-Cümân (Dâye), s. 359.

148 es-Sâbûnî, a.g.e., c. III, s. 148.

(2) Gece ve gündüz

Allah’ın kudretinin dünya sahnesindeki izlerini teşbîhli anlatım kullanarak gözler önüne seren âyetlerden gece ve gündüzün hikmeti ile ilgili olup el-Cümân’da ele alınmayan âyetler ise, nüzûl sırasına göre şöyledir. İlki, Furkân sûresinin güneşin hareketleri sebebiyle gece ve gündüz oluşmasından ve bunların hikmetlerinden bahsedilen âyetlerinden 47. âyetidir. Gece ile ilgili olarak şöyle buyrulur:

, _CD 'M 1

F(  D$ )3  k 1

FI ( Y' .

F9' 9  .  k 1 L

“Sizin için geceyi bir örtü, uykuyu bir dinlenme hali kılan ve her (yeni) günün (sizin için, adeta) yeni bir diriliş olmasını sağlayan O’dur.”149

Âyette üç tane teşbîh bulunur, ilki âyetin

L F(  D$ )3  k ,

kısmındaki teşbîh-i beliğ-dir. Yani, gece bedeni gizleyip örtmesinde elbise gibidir, demektir. Edât-ı teşbîh ve vech-i şebeh hazfedildiğinden beliğ olmuştur.150 Âyetin devamındaki “

FI ( Y' .

” ve “

F9' 9  .  k 1

ifadelerinde de teşbîh-i beliğ vardır. Âyetteki “

 ;

” lafzının ölüm anlamına geldiğini, kendile-rinden hayatın kesilmesi sebebiyle de ölenlere “

'; 

” denildiğini ifade eden Zemahşerî, âye-tin Yaratan’ın yarattıkları üzerindeki nimetlerini göstermesiyle birlikte uyku, uykudan uyanma ve bu ikisinin benzetildiği ölüm ve hayat kavramları ile bu nimetleri dikkate alan kimse için ibret olduğunu belirtir.151

İkincisi, Zuhruf sûresinin, Allah’ın insanı yaratırken, insanın yaşayacağı yer yüzünü de tüm özellikleriyle insana en uygun şekilde yaratmasından bahsedilen 10. âyetinde şöyle geç-mektedir:

,

$ ! ^:^ ! 2G$ B 2'G  i9U! 1  1 - ; n$ B 2  ) !U ( 2‚ 1 )

,L FQ  i9U! )3  k _CD

)3  k 1

E1Q  I )3D$ D o$(  A L

“Yeri sizin için bir beşik yapan ve üzerinde (geçiminizi kazanma) yolları var eden O’dur; umulur ki doğru yolu (seçer ve onu) izlersiniz.”152

Âyetteki

L FQ  i9U! )3  k ,

ifadesinde, edât-ı teşbîh ve vech-i şebehin hazfedilmesiyle teşbîh-i beliğ vardır. Yani, “yeryüzünü sizin için beşik ve döşek gibi yaptı”, demektir. 153

149 el-Furkân 25/47.

150 es-Sâbûnî, a.g.e., c. II, s. 368.

151 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, c. III, s. 276.

152 ez-Zuhruf 43/10.

Diğerleri ise Nebe’ sûresinin, Allah’ın insanlara dünya hayatlarındaki nimetlerinden bahsedilen âyetlerinde, dünyanın dengeli ve güven duygusu ile yaşanabilir bir yer kılınmasıyla ilgili olarak şu şekilde geçmektedir:

, )V

FN  i9U!  y ,L

FN I1V 8 y! 1 L

“Yeryüzünü (sizin için) bir dinlenme yeri yapmadık mı,” “ve dağları da (onun) sütunla-rı?”154 Âyetlerde, edât-ı teşbîh ve vech-i şebehin hazfedilmesiyle teşbîh-i beliğ vardır. Sözün aslı, “Yeryüzünü, uyuyanın dinlendiği bir beşik gibi ve destekleyici bir sağlamlayıcı olan kazık-lar gibi kıldık” şeklindedir.155

Allah’ın, insanın hayatını, fıtratına en uygun şekilde düzenli geçirebilmesi için gerekli olan aydınlık ve sıcaklığı gündüz ile, dinlenme ve uyku konusunda ihtiyacı olan karanlık ve sükûneti ise gece nimetiyle ihsan ettiğini bildiren âyetlerde şöyle buyrulur:

,

FI ( )3 '  .!$ k 1 ,L

F(  D$  .!$ k 1 L

,

F  9  .  .!$ k 1 L

“Uykunuzu ölümün bir sembolü kıldık” “Geceyi (karanlığıyla sizi örten) bir elbise yap-tık” “Gündüzü geçim(iniz için çalışıp kazanma) zamanı yaptık.”156

, FI ( )3 '  .!$ k 1

L

ile

L F(  D$  .!$ k 1 ,

âyetlerinde de teşbîh-i beliğ vardır. Yani,

“Geceyi, örtme ve gizleme konusunda elbise gibi yaptık”,157 “Uykuyu da sizi hayattan koparmasıyla ölümün benzeri kıldık” demektir.