• Sonuç bulunamadı

İslâm yazısının kaynaklarda birçok çeşidinden bahsedilmiştir. Yapı ve şekil olarak harfler birbirine yakın olsalar da, yazı çeşitlerinin harfleri arasında ince ayrımlar bulunmaktadır. İslâm yazısının bu çeşitlenmesi, sanatsal açıdan ve kendi içindeki bir sınıflamadır. Sülüs yazıda veya nesih yazıda her harfin ana yapısı aynıdır. Fakat sanatsal

açıdan, farklı yazı çeşitlerindeki yazılışta bir takım değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Meselâ Sülüs (Fotoğraf: 13), nesih ya da muhakkak yazıda (Fotoğraf: 11) "sin (

س

)" harfinde dişler bulunurken, talik yazıda bu dişler çoğu kez bulunmamaktadır. Aynı şekilde, diğer yazı çeşitlerinde "elif" harfinde "zülfe" bulunurken ta'lik, nesih ve rik'a yazıda (Fotoğraf: 16) zülfe kullanılmamaktadır33.

İslâm hattı, başından itibaren kullanılacağı alanlara göre çeşitlilik göstermeye başlamıştır. Çünkü yazı, Müslüman toplumlarda, başlangıcından itibaren bir sanat dalı olarak ele alınmıştır. Kûfi yazının temelini oluşturan köşeli yazı, Mushafların yazılmasında kullanılırken, yazımı daha kolay olan yuvarlak karakterli yazı günlük yazışmalarda kullanılmıştır. Dinî ve sivil mimârî eserlerde, uzaktan daha rahat görülebilmesi sebebiyle celi sülüs, celî kûfi ve celî ta'lik yazı kullanılmıştır. Kullanım sahalarına göre yazıların sınıflandırılmasında, harflerin yapılarına estetik müdahalelerde bulunulmuş ve bazı farklılıklar oluşmuştur. Tarihî süreç içerisinde oluşan bu durum, yazının estetik çeşitlenmesini meydana getirmiştir.

Asırlarca süregelen arınma ve süzülme sonucu, yazı estetik bakımdan güzelleşirken çok çeşitlenen yazılar belli sınıflarda toplanmaya başlamıştır. Aklâm-ı Sitte adı altında toplanan yazıların temeli, başlangıçta iki ana karakterden, yuvarlak karakterli olan yazıdan ne'şet ederek çeşitlenmiştir. Bu yazıların ana çizgileri İbn Mukle ve İbn Bevvâb tarafından belirlenmiş, Yâkut el-Mustasımî (kendisinin Türk olabileceği bilgisi mevcuttur34) tarafından kuralları konmuştur35. İbn Mukle’nin yazıyı geliştirdiği ve sülüs-nesih yazıları bulduğu haberinin bir delile dayanmadığını Süheyl Ünver “Türk Yazı Çeşitleri ve Faideli Ba’zı Bilgiler” adlı eserinde belirtmektedir36.

Yalnız okuma-yazma vasıtası olarak kullanılan hat, aradan yüzyıllar geçip de, bilhassa İbn-i Mukle (X. asır) ve İbn-i Bevvab (XI. asır) eliyle sanat haline girince, İslâmiyet’in yayıldığı yerlerde de bunun tesirleri görülmüştür37.

33 Süleyman Berk, a.g.e., s. 69.

34 Ekrem Hakkı Ayverdi, Fâtih Devri Hattatları ve Hat Sanatı, İstanbul Fethi Derneği Yayınları, İstanbul, 1953, s.53.

35 Süleyman Berk, a.g.e., s.69.

36 Süheyl Ünver, Türk Yazı Çeşitleri ve Faideli Ba’zı Bilgiler, Yeni Laboratuvar Yayınları, İstanbul, 1953, s. 5.

Kelime anlamı olarak “altı kalem (Arapçada kalem, yazı anlamına da gelebilmektedir)” demektir. Genel itibarıyla hüsn-i hat sanatında en çok kullanılan altı çeşit yazıyı tanımlamada kullanılır. Bu altı çeşit yazı temelde kûfî yazı adı verilen karakterden türetilmiştir.

Fotoğraf 10: Hâmid Aytaç’a ait hüsn-i hat çeşitlerini gösteren “hutut-ı mütenevvia” levhası (H. 1255)38.

38 Süleyman Berk, Hattat Hamid Aytaç ve Gülzâr-ı Besmele, El Sanatları Dergisi, İSMEK Yayınları, Sy. 6, İstanbul, 2008, s. 37.

Elde kesin deliller olmamasına rağmen, kaynaklardan edinilen bilgilere göre kûfî, Emevîler’in son yıllarında tadilata uğramaya yüz tutmuş ve harflerinin dönüş noktalarında yuvarlaklık belirmiştir. Köşeli durum kaybolmaya başlamıştır. Fakat asıl gelişme, 10. yüzyılda Abbasîler devrinde oldu. Bu bir gelişmeden ziyade, daha 8. yüzyılda sayısı kırkı aşan, büyüklük ve küçüklükleriyle birbirlerinden ayrılan, kullanıldıkları yerlere hatta kâğıtların ölçülerine göre isimlendirilen yazıların bir kaideye bağlanması demekti. Fakat önemli gelişme, yukarıda açıklandığı gibi İbn Mukle (ö. 940) sayesinde yeni bir safhaya girmiştir. O, yazının ana ölçülerini tesbit eden bir sistem ortaya koydu. Bunlar; nokta, standart bir “elif” harfi ve daireden ibarettir. “Nokta” harflerin ölçüsünü ve mesafesini, “elif” dik harflerin boyunu, “daire” de çanak şeklinde olan harflerin genişliğini göstermektedir. İbn Mukle’ye nispet edilen bu ıslah hareketi ile ilmî kaideler ve disiplin içine sokulan bu kaideli ve ölçülü yazıya “Hattu’l Mensub” adı verilmiştir. Yani bu terim, yeni bir yazı için değil, ileri sürülen metot yerinde kullanılmaya başlanmıştır. Bunun sonucunda Aklâm-ı Sitte adı verilen muhakkak, reyhân(î), sülüs, nesih, tevki ve rıkâ denen altı farklı yazı ortaya çıkmıştır. İbn Mukle’nin bu güne kadar herhangi bir yazısı ele geçmemiştir39.

İslâm yazıları arasında Aklâm-ı sitte diye şöhret bulmuş olan ve Şeş kalem olarak da anılan, Kûfî’den sonra mevzûn (ölçülü) yazıların aslı ve kaynağı sayılan altı kalemin neler olduğu hakkındaki görüşler oldukça farklıdır. Bu sebeple bu görüşlerin ilmî yönden incelenerek edilerek en fazla tercih olunanın belirlenmesi hat sanatı bakımından çok önemli bir gerekliliktir. Altı kalem arasındaki farkları belirlemek amacıyla aşağıdaki tanımları yapmak yeterli olacaktır;

2. 1. Muhakkak

Sözlüklerde, “muhkem, muntazam, sağlam söz ve sağlam dokunmuş elbise” şeklinde tanımlanmaktadır. Harflerinin açık seçik, sade ve istiften uzak bir şekilde yazılmasından dolayı bu ismi aldığı düşünülen bu yazının, görünüş itibarıyla kûfî’den çıkan ilk yazı olduğu anlaşılmaktadır. Bu yazıda dik harflerin boyları ile sin(

س

), şın(

ش

), sad(

ص

), dad(

ض

) ve fe(

ف

) gibi çanaklı tabir edilen harflerin sola doğru uzayan kısımları sülüs yazıya kıyasla daha uzun olduğu gibi dönüş noktaları veya yerleri de

sertçe bir manzara arz etmektedir. Ayrıca çanaklı harfler sülüstekiler kadar derin değillerdir40.

Muhakkak yazı daha ziyade büyük boyda Kur’an’ların yazılmasında kullanılmış, fakat sayfada fazla yer kapladığı için 16. yüzyıldan sonra hemen hemen kullanılmaz olmuştur.

Fotoğraf 11: Hattat Mustafa Halim Özyazıcı’ya ait muhakkak yazı ile yazılmış Besmele. http://www.kalemguzeli.org/hatteserleriayrinti.php?KNO=1433&HKNO=20 (20.11.2016).

2. 2. Reyhânî

Aynen muhakkakın kaidelerine bağlı olup onun küçük yazılan şeklidir. Başka bir ifadeyle sülüs yazıya kıyasla nesih ne ise, muhakkak’a kıyasla reyhân odur. Reyhân, güzel kokulu bir çiçeğin adıdır. Hattatlar harflerini reyhâna benzettikleri için ona bu adın verildiği bildirilmektedir. İran bölgesinde bu yazının en güzel örneklerini Timur’un torunu Baysungur; Anadolu bölgesinde de Ahmed Karahisarî (16. yüzyıl) vermiştir. Her iki yazı aşağı yukarı 15. yüzyılın sonlarına kadar bazen Kur’an’ın yazılmasında da kullanılmış ve sonra yerini sülüs ve nesih yazıya bırakmıştır. Bunun başlıca sebebi, her ikisinin harflerinin sülüs ve nesih yazıya oramla daha büyük olması ve fazlaca yer kaplamasıdır41.

40 Ali Alparslan, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 21.

Fotoğraf 12: Şeyh Hamdullah’a ait Reyhânî satır42. (Tarihi bilinmiyor.)

2. 3. Sülüs

Sülüs, “üçte bir” demektir. Niçin bu adı aldığı hususunda çeşitli görüşler varsa da akla en uygun olanı, harflerinin her birinin üçte iki kısmında düzlük, üçte bir kısmında yuvarlaklık hâkim olduğu görüşüdür. Hakikaten bu yazıda muhakkaka nispetle yuvarlak kısımlar fazladır. Ayrıca harflerinin boyları ve genişlikleri biraz küçük olduğu gibi sin (

س

), sad (

ص

), fe (

ف

) ve kaf (

ق

) gibi çanak şeklindeki harflerinin de daha derin ve kısa olduğu görülür. Muhakkak nispetle daha tatlı ve yumuşak bir görünüme sahiptir. ümmü’l hutut (yazıların anası) denen sülüs, her çeşit gaye için (levha, kitap başlığı gibi) daha Abbasîler devrinden itibaren kullanılmaya başlanmış, 16. yüzyıldan itibaren de bütün İslâm dünyasında muhakkak yazının yerini almıştır43.

Fotoğraf 13: Özgür Çetintaş’a ait sülüs yazı örneği. 2016.

42 Melek Celâl, a.g.e., s. 48.

2. 4. Nesih

Sülüsün küçük yazılan şeklini andıran bu yazının adı “ortadan kaldırmak, iptal etmek” anlamına gelir. Kitapların yazılmasında diğer yazılardan daha fazla kullanıldığı yani onların hükmünü ortadan kaldırdığı için bu adla anıldığı kabul edilmektedir. Nesih yazının iptidai şekline “nesih-i kadim” adı verilir. Bu, Hz. Peygamber devrinde harfleri yuvarlakça yazılan kufî’den başka bir şey değildir. Daha tarih sahnesine çıkışından itibaren kitapların yazılmasında kullanılmaya başlanmış ve muhakkak ile reyhanînin kullanımdan kalkmasıyla, sülüs ile birlikte bütün İslâm dünyasının ana yazısı olmuştur44.

Fotoğraf 14: Mehmed Özçay’a ait nesih hat ile yazılmış Al-i İmran Suresi/ 185. Ayet. http://www.ozcay.com/mehmed/galeri#97 (18.12.2016).

2. 5. Tevki

Tamamen sülüsün kaidelerine bağlı olmakla birlikte ölçü itibariyle onun biraz küçüğüdür. Ayrıca en belirgin özelliği birleşmeyen harflerin yazıda birbirine bağlanabilmesidir. Eskiden, halife ve vezirlerin mektuplarının bu yazı ile yazılmasından dolayı bu adı almıştır. Zira aynı zamanda “tevki”nin padişahların buyruklarının üzerine çekilen (yazılan) nişanın yani tuğranın adı olduğunu da söyleyelim. Bilhassa vakıf işlerinde kullanılan ve en güzel şekilde Türkiye’de yazılan tevki, bizden Arap ülkelerine de yayılmıştır45.

44 Ali Alparslan, a.g.e., s. 21.

Fotoğraf 15: Şeyh Hamdullah’ın tevki yazısı46.

2. 6. Rık’a

Rık’a, lügatta “küçük sayfa, yaprak ve mektuplar” demektir. Müfret (tekil) şekli ruk’a’dır. Eskiden, bilhassa mektuplar, destanlar ve hikâyelerin yazılmasında kullanılan bu yazı tamamen tevkinin kaidelerine bağlı olup onun küçük yazılan şeklidir47. Osmanlılar’da ilmiye ve talebe icazetnamelerinde (yani hocanın, icazetname altına “ben filân, yukardaki kıt’ayı yazan filâna izin verdim” mealindeki yazısı) kullanıldığından “icaze” veya “hatt-ı icaze” adıyla da anılmış ve Arap ülkelerinde de hem rık’a ve hem icaze adıyla geçmiş, ayrıca vakıf işlerinden başka bilhassa Kur’an’ın son dua sayfasında kullanılmıştır48. Esası sülüs ve tevkiye dayanan bu yazıda, harfler birbirine bağlanarak yazılır. Hakikatte bir yazı çeşidi olmaktan uzak olduğu gibi her zaman kullanılan bir yazı da değildir.

Fotoğraf 16: Özgür Çetintaş’ın rıka hattı ile yazdığı hurufat meşki. 2016.

46 Melek Celâl, a.g.e., s. 51.

47 Süleyman Berk, a.g.e., s.73.

Benzer Belgeler