• Sonuç bulunamadı

AHMED ER-RİFÂÎ ADLI MENÂKIBNÂMENİN İNCELENMESİ

58

1.) Menkabe Kavramı ve Menâkıbnâmeler

Menkabe arapça bir kelime olup çoğulu menâkıbtır. Asıl lügat anlamı i’tibâriyle dağdan geçen yol demektir, fakat istiâre yoluyla güzel davranışlar için kullanılmış166 ve güzel fiil167, bâis-i iftihâr olacak vasıf, fazl, meziyet, mefharet168, tanınmış kişilerle ilgili hikâyeler veya haberler169, aynı zamanda bu tanınmış zatlardan bahseden risâle-i medhiyye170 gibi ma’nâlara gelmektedir.

Târihi süreç açısından bakıldığında menkabe kavramı ilk olarak III./IX yüzyıldan i’tibâren tedvîn edilen hadîs kitaplarında Hz. Peygamber (a.s.m) ve ashâbının fazîletlerinin anlatıldığı bâb başlıklarının genel adı olarak kullanılmaya başlanmıştır.171 Meselâ; Sahîh-i Buhârî’nin 61. Bölümü Kitâbu’l-menâkıb, 63. Bölümü ise Kitâbu menâkıbi’l-Ensâr adını taşımaktadır.172 Menâkıb kelimesi ayrıca fazîlet ma’nâsında halîfeler, mezhep imamları hakkında yazılan eserlerde de görülmektedir. 173

III./IX asırda sonra tasavvufun yaygınlaşmasıyla menkıbe kelimesi sûfîlerin hikmetli söz ve davranışlarını ifâde etmek için kulanılmış Tabakātu’s-sûfiyye (Sülemî), Keşfu’l-mahcûb (Hücvîrî) gibi tasvvûfî eserlerde tasavvuf büyüklerinin hikmetli söz ve davranışlarına yer verilmiştir. XI. yüzyıla kadar menkıbe hikmetli söz ve davranış için kullanılırken bundan sonra menkıbe kavramının içine tasavvufun kurumsallaşması ve

166 Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî-garîbi’l-Kur’ân, (mütercimler: Abdulbâkî Güneş, Mehmet Yolcu), I. Baskı, 2007, İstanbul, Çıra Yayınları S.737

167 Ahterî Mustafa, Ahterî Kebir Arapça Türkçe Büyük Lügat,( Baskıya hazırlayanlar: İlhâmi Ulaş-Abdülkādir Dedeoğlu, 1978, Ankara, Osmanlı Yayınevi, s.446

168 İbrâhim Cûdî Efendi, Lügat-ı Cûdî, (hzr: İsmâil Parlatır, Belgin Tezcan Aksu, Nicolai Tufar), 2006, Ankara, Türk Dil Kurumu, s. 307

169 Mehmet Kanar, Kanar Osmanlı-Türkçe Sözlüğü, 1. Baskı, 2008, İstanbul, Say Yayınları, s. 560

170

Şemseddîn Sâmî, Kāmû-ı Türkî, 2007, İstanbul, Çağrı Yayınları, S. 1420 171 Hâşim Şâhin, “Menâkıbnâme”, DİA, 2004, Ankara, c. 28, s. 112

172 Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, Sahîh-i Buhârî, çev: Abdullah Fevzi Kocaer, 2004, Ankara, Hüner Yayınları, 61. Bölüm için bkz. 509-527; 63. Bölüm için bkz. 541-564

173

59

büyük tarîkatların ortaya çıkmasıyla tarîkat şeyhlerinin kerâmetlerinin içine girdiğini görüyoruz. Böylece tasavvufî bir metin olarak menâkıb yazma geleneğinin ortaya çıktığını görüyoruz. Örnek olarak Abdulkerîm b. Muhammed Râfiî’nin Ahmed er-Rifâî’ye dâir Sevâdü’layneyn fî menâkıbi’l-gavs Ebi’l-alemeyn ve Şattânûfî’nin Abdulkādir Geylânî’ye dâir Behcetü’l-esrâr adlı yazılan menâkıbnâmeler örnek gösterilebilir. Artık bu yüzyıldan sonra hemen hemen her tarîkat kendi tarîkatının tanınmış şeyhleri ve sûfîleri hakkında menâkıbnâme yazma geleneğini “tezkire” ,“reşahat”, “makāmât”, “nefahat” gibi farklı isimlerle de olsa devam ettirmişlerdir.174

Evliyâ menkıbeleri bazı yönlerden masal, destan, efsâne gibi olağanüstü olayların anlatıldığı edebî türlere benzediği gibi genel özellikleriyle bu türlerden ayrılır. Masal, efsâne, destan gibi edebî türler hârikulâde birtakım olayları anlatan gerçek dışı hikâyelerdir; ama evliyâ menkıbeleri kahramanları gerçek, olayların yeri ve zamanı belli bir çok insanın şâhit oldukları vâkıalardır. 175

Menâkıbnâmeler, tarîkatte bulunan mürîdlerin tarîkata ve şeyhe karşı olan bağını güçlendirmek, tarîkate yaygınlık kazandırmak amacıyla o tarîkatin mensublarından biri tarafından sözlü olarak gelen rivâyetleri derlemesi sûretiyle ortaya çıkmıştır.176 Yoksa hiçbir şeyhin kendisi tarafından yazılmış bir menâkıbnâme yoktur.

Şeyhin vefâtından sonra sözlü olarak gelen rivâyetlerin derlenmesi sûretiyle ortaya

çıktığı içinde isimler, yerler, kerâmetler arasında farklılıklar bulunması gayet normaldir. Menâkıbnâmeler içinde bulunduğu toplumun ictimâî, ekonomik, siyâsî ve kültürel yönlerini yansıttığı için istifâde edilmesi ve bunların üzerinde detaylı araştırmalar yapılması netîcesinde târihî bilgi kırıntılarının ortaya çıkacağı görülecektir. Nitekim; Zeki Velîdî Togan, Bahâeddin Nakşibend’in menkıbelerinden hareketle o devirde Çağatay emirleri arasındaki mücâdele ve entrikalar, kıtlık dolayısıyla yükselen

174 Hâşim Şâhin, agm, s. 112

175 A. Yaşar. Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyâtında Evliyâ Menkabeleri, Ankara, 1983, Ankara Basım Evi, s. 31-32

176

60

“adlî” adı verilen Hârizm dinarının kullanılması hakkında bilgilere ulaştığını bildirmiştir.177

2.) Menâkıbu Men Etâallâhe [etâ’a] Lehü’l-Üsdü ve’l-Efâî adlı Menâkıbnâmenin İncelenmesi;

a.) Menâkıbnâmenin Yazarı:

1287 tarihli matbû’ Menâkıbu men etâallâhe [etâ’a] lehü’l-üsdü ve’l-efâî Hazret-i Sultân Seyyid Ahmed er-Rifâî (kaddesallâhu sırrahu’l-âlî) adlı menâkıbnâmemizin müellifi bilinmemektedir. Fakat müellifin Hz. Pîr için “ceddî” ifâdesini kullanması onun soyundan geldiğini göstermektedir. Ayrıca menâkıbnâmenin sonunda Derviş Hakkı er-Rifâî ismi geçmekte ise de bu onun bu eserin müellifi olduğu husûsunda kesin bir kanaat vermemektedir. Zîrâ eser III. Osmân178 döneminde yazılmış, Sultan Abdülazîz Han179 zamanında 1287/1870 târihinde tab’ edildiğine göre ve bu iki padişah arasında 100 yıllık bir zaman dilimi de bulunmasına binâen Derviş Hakkı er-Rifâî’nin bu eserin müellifi değil de, bu eseri bastıran kişi olduğunu anlamaktayız. Bu bilgileri eserin mukaddimesinden ve hâtimesinden anlamaktayız. Bu husûsta Mustafa Aşkar, Tasavvuf Târihi Literatürü adlı eserinde: “Müellifini tam tesbît edemediğimiz bu menâkıbnâme, mukaddimesindeki ifâdelerden Sultan III. Osman döneminde yazılıp, Sultan Abdülazîz döneminde 1287/1870 yılında İstanbul’da Derviş Hakkı Rifâî nezâretiyle basılmış olduğunu görüyoruz”180 demektedir.

177 Hâşim Şâhin, agm, s. 113-114

178 III. Osman (Osmân-ı Salis), (d. 2 Ocak 1699 – ö. 30 Ekim 1757). 25. Osmanlı padişahıdır. I. Mahmud'un (1730-54) kardeşi ve II. Mustafa'nın (1695-1703) oğludur. http://tr.wikipedia.org/wiki/III._Osman;

179 Abdülaziz (Osmanlı Türkçesi:  ا)(d. 8 Şubat 1830 – ö. 4 Haziran 1876). 32. Osmanlı padişahıdır. II. Mahmut ve Pertevniyal Sultan'ın çocuğu, Abdülmecid'in kardeşidir. http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdülaziz_Han

180

61

b.) Menâkıbnâmenin Yazılış Amacı:

Eserin mukaddimesinde eserin yazılış amacında şunlar ifâde edilir: “Bizden önceki bazı faziletli kişilerin toplayıp derleşmiş oldukları Hz. Pîr’in acîb kerâmetlerini, bu dünyâdaki ümmetlerin sığınağı, bütün insanlığın koruyucusu, Allâhu Teâlâ’nın Halîfesi, Rum, Arab ve Acemin mâliki hâkānımızın, sultanımızın duâsını almak için yazdığını belirtir. O zaman tahtta bulunan III. Osman hazretleridir. Fakat bir asır sonra bastırıldığı içinde bu eseri tab’ ettiren kişi menâkıbnâmemizin hâtimesini Abdülazîz Han Hazretlerine duâ ederek tamamlamaktadır.

c.) Menâkıbnâmenin Kaynağı:

Bu eserin kaynaklarına baktığımızda ise genellikle ilk dönem yazılan kaynaklardan istifâde ettiğini gördük. Toplam 59 menkıbe bulunmakta ve her menkıbenin başında bir râvî veya râvîler bulunmaktadır.

İnceleme kısmında da bu eserin hangi kaynaklardan istifâde ettiğini bulmak

için eserler arasında kıyas yapmaya çalıştık. Menâkıbnâmeyi şu eserlerle kıyasladık: Abdülkerîm b. Muhammed er-Râfiî el-Kazvînî (ö.623/1226), Sevâdü'l-Ayneyn fi Menâkıbi Ebi'l-'Alemeyn;

İbnü'l-Hâc Kāsım b. Muhammed el-Vâsıtî, Ümmü'l-Berâhîn bi-Tashîhi'l-Yakîn fî-İşârâti's-Sâlihîn (678/1279); Ümmü'l-berâhîn fî ba’zi menâkıbı sultâni'l-'ârifîn

eş-şeyhi'1-kebîr es-seyyid Ahmed er-Rifâî (Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1123). İlk menâkıblardan biri olduğu anlaşılan eseri Brockelmann anonim olarak zikreder. Yine Brockelmann'ın Behcetü'ş-şeyh Ahmed er-Rifâî adıyla Saîd b. Hâlid es-Sillî tarafından yazıldığını ifade ettiği eserle, bazı küçük farklılıklar bir tarafa bırakılırsa, aynı olduğu görülmektedir. 678 (1279) tarihlerinde veya daha önce yazılmış olması muhtemel olan eser, Rifâî hakkındaki rivâyetleri ve bazı sözlerini ihtivâ eden geniş bir menâkıbdır.

Şehid Ali Paşa nüshasında adı verilmeyen ve Brockelmann tarafından başka bir isimle

zikredilen müellifini, Rifâî kaynaklarına dayanarak Kāsım b. Muhammed b. Haccâc

62

Ebu'l-Hasan Ali b. Hasan b. Ahmed el-Vâsıtî (ö.733/1333), Hulâsatü'l-İksîr fî-Nesebi Seyyidinâ el-Gavsi'r-Rifâiyyi'l-Kebîr ve Rûhu'l-İksîr;

Takıyyüddîn Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Abdülmuhsin el-Vâsıtî (ö.744/1343), Tiryâku'l-Muhibbîn

İbrâhim b. Muhammed el-Kâzerûnî (9./15. yy), Şifâü'l-eskām fî-sîreti Gavsi'l-enâm;

Ebu Bekr b. Abdullah el-Ayderûsî el-' Adenî (ö.914/1508), en-Necmü's-Sâ'î fî Menâkıbi'l-Kutbi'l-Kebîr er-Rifâî;

Ebu'l-Kāsım Cafer b. Hasan el-Berzencî (ö.1179/1766), İcâbetü'd-Dâ'î fî Menâkıbi'r-Rifâî;

Ebu'l-Hüdâ Muhammed es-Sayyâdî (ö.1328/1909), Kılâdetü'l-Cevâhir fî Zikri'l-Gavsi'r-Rifâî ve Etbâ'ihi'l-Ekâbir;

Kenan Rifai (ö.1950), Ahmed er-Rifâî;

Yunus es-Semârrâî, es-Seyyid Ahmed er-Rifâî; Ankara/1995

Menâkıbnâmemiz bu eserelerden öncelik sırasına göre hangisine daha yakın ise kaynağını ona göre verdik.

Dikkatimizi çeken husûslar şunlar olmuştur. Menâkıbnâmemiz, 2007 yılında Ahmed er-Rifâî’nin İki El Yazması” adlı yapılan yüksek lisans tezindeki menkıbelerle (ki bu iki el yazması eserde en-Necmü's-Sâ'î fî Menâkıbi'l-Kutbi'l-Kebîr er-Rifâ'î adlı eserin osmanlıcasıdır ve meşhûr menkıbe “ Takbîlu yedi’n-Nebîy (asm)” dışında hiçbir menkıbe ile benzerlik içermemesidir.

2.husûs ise Şifâü'l-eskām fî-Sîreti Gavsi'l-Enâm adlı eser ile menâkıbnâmemizin bir çok menkıbede aynı olmasıdır. Ama Şifâ’da meşhûr menkıbe “Takbîlu yedi’n-Nebîy (asm)” bulunmaması şaşırtıcıdır.

63

3. husûs ise menâkıbnâmemizin ale’l-ekser Ümmü’l-berâhin adlı eserle paralelik arzettiğini, âdeta onun muhtasar bir tercümesi olduğu kanısına vardık. Zîrâ iki eserde de aynı menkıbeler aynı sıralama ile devam etmesi hattâ yapılanan hatâların dahi aynı olması bu fikrimizi doğrulamaktadır. 3. bölümde esas metindeki menkıbelere ve dipnottaki Ümmü’l-berâhin’e dâir verdiğimiz varak numaralarına baktığımızda durum apaçık olarak ortaya çıkmaktadır. İki eserin menkıbeleri genel olarak bir kaç farklılık dışında hemen hemen birbirleri ile aynıdır. Sonuç olarak Menâkıbu Men Etâallâhe [etâ’a] Lehü’l-Üsdü ve’l-Efâî adlı eser 13. yy’da yazıldığı varsayılan Ümmü'l-berâhîn fî ba’zi menâkıbı sultâni'l-'ârifîn eş-şeyhi'1-kebîr es-seyyid Ahmed er-Rifâî adlı eserin tercümesidir.

4. husûs ki bu da önemli bir noktadır. Konumuzla direkt alâkalı olmamasına rağmen bir tespitte daha bulunduk. O da şudur: Kâzerûnî’nin 15. asırda yazdığı Şifâü’l-eskām adlı eseri ki Kâzerûnî bu eserini, adını ve yazarını zikretmediği Hz. Pîr hakkında yazılmış Arapça sîret kitabından istifâde ederek Farsça’ya tercüme ettiğini ve Takıyyüddîn Muhammed b. Abdülmuhsin el-Vâsıtî’nin yazdığı Tiryâku’l-muhibbîn ve Abdullah Yâfiî’nin te’lîf ettiği Hülâsatü’l-mefâhir adlı eserlerdende nakiller yaparak vücûda getirdiğini ifâde eder.181 Bu çalışmamız vesîlesi ile Şifâü’l-eskām adlı eserin istifâde ettiği, adı bilinmeyen arapça sîret kitabının da Ümmü'l-berâhîn fî ba’zi menâkıbı sultâni'l-'ârifîn eş-şeyhi'1-kebîr es-seyyid Ahmed er-Rifâî adlı eser olduğunu anladık. Eseri incelediğimiz 3. Bölümde de kaynaklarını dipnotta sayfa numaraları ile göstererek bu tezimizi delillendirmeye ve ispat etmeye çalıştık. Bu konuya daha sonra detaylı çalışılması sûretiyle daha farklı bulgulara rastlanabilir.

d.) Menâkıbnâmenin Muhteviyâtı:

Menâkıbnâmemizin muhteviyâtı, Hz. Pîr’in doğumundan ölümüne kadar ki zaman diliminde vukū’ bulan kerâmet ve güzel ahlâkına dâirdir. Genel i’tibâriyle onun güzel ahlâkı ve yüceliği vurgulanmaktadır.

181 Kâzerûnî, Şifâu’l-eskām fî sîreti Gavsi’l-enâm, ( Necdet Tosunun esere yaptığı girişten alınmıştır.)

64

Menâkıbnâmemizden o günün kültürel, coğrafî ve birtakım târihî bilgilere de ulaşmak mümkündür. Meselâ; 49. Menkıbede Hz Pîr’in hanımından istediği herîse adlı yemeğin anadolu’da bilinen keşkek yemeği ile aynı olması yemek kültürünü yansıtması bakımından dikkat çekicicidir. Coğrâfî bakımından dikkat çeken bir husûs şu ki: Hz. Pîr’in menkıbelerinde denizle ve nehirle alâkalı bilgilerin bulunması, zamanında oranın sular altında olduğu bilgisini bize verrmektedir. Coğrâfî açıdan değerlendirilmesi gerekn bir noktadır.

Târihî bir bilgi olarak Hz. Pîr’in, Şeyh Adî b. Misâfir’e o târihte bilâd-ı Ekrâdın küffârın elinde bulunduğunu ve bir İslâm cengâveri tarafından fethi müyesser olacağını haber vermesi ve bu kişinin Şeyh Adî b. Misâfir’e mürîd olacağını söylemesi târihî bir bilgi olarak dikkat edilmesi gerekn bir noktadır.

İslâm Târihî açısından en önemli bilgi ise, Hz. Pîr’in 555/1160 senesinde rav-

zâ-i mutahhara’da Rasûl-i Müctebâ’nın elini öpmesidir. Bu hâdise mütevâtir derecesine ulaşmıştır.

Menkıbemizde gerek tabakāt gerekse seyâhatnâme türü eserlerde geçen Rifâîlerle alâkalı, şiş batırma, kor ateşte yürüme dediğimiz bürhan göstermek olayının Hz. Pîr’in zamanında bulunmadığını görüyoruz. meselâ; Vefeyâtü’l-a’yân’da: “Rifâiyye ve Betâihiyye olarak bilinen bu fukara tâifesi (mürîdânı)n acâyib halleri bulunmaktadır. Canlı yılanları yemek ve yanan ateşin içine girmek gibi ve onların kendi ülkelerinde arslanlara bindikleri de söylenmektedir.”182

182

65 İKİNCİ BÖLÜM

MENÂKIBU MEN ETÂALLÂHE[ ETÂ’A] LEHÜ’L-ÜSDÜ VE’L-EFÂÎ HAZRET-İ SULTÂN SEYYİD AHMED ER-RİFÂΔ ADLI MENÂKIBNÂMENİN METİN VE

66

Menâkıbu men etâallâhe [etâ’a]

183

lehü’l-üsdü ve’l-efâî

Benzer Belgeler