• Sonuç bulunamadı

1.2. Liberalizmin Temel İlkeleri

1.2.5. Adalet

35

36 Faydacılık, liberalizmin ana değerlerinden biridir. Bu nedenle bireye ve özgürlüğe yönelik faydacı bakış açısı, adaleti de tanımlamaya çalışır. Bentham’a göre, bireysel refah, ahlaki eylemin sonucu olduğu, her birey bir kere sayıldığı ve sosyal eylem genel faydayı en üst düzeye çıkarmayı hedeflediğinde adalet sağlanır (Rowley, 2002: 47).

Bentham’a göre ahlaki bir davranış sonucunda birey, refaha ulaşmalıdır. Adaletin sağlanabilmesi için, ahlaki bir davranışa ihtiyaç vardır. Ancak söz konusu davranış, bireyler açısından da fayda yaratmalıdır. Dolayısıyla faydacı ahlak anlayışı, bireyciliğe atıf yapmaktadır. Çünkü liberalizme göre toplumsal fayda, bireysel faydaların toplamıdır.

Ahlak ve adalet arasında bağ kuran düşünürlerden biri de Hume’dur. Hume’a göre adalet, duygudaşlık sayesinde ahlaken onaylanan erdemdir ve duygudaşlık sayesinde insanlar kamunun iyiliğini gözetir, bu sayede adalet ahlaken olumlanır (Öymen, 2013:

286). Duygudaşlık kavramıyla Hume toplumsallığa atıf yapmakta, bireyleri toplumun bir parçası olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda Hume’a göre toplumsallık içinde birey, akıl ve duygularıyla ahlaki davranışlarda bulunmakta ve adalet sağlanmaktadır.

Adalet kavramı da liberalizm açısından iki farklı yaklaşımla açıklanır. Klasik liberalizm usuli adalet anlayışını, modern liberalizm ise sosyal adalet anlayışını savunmaktadır. Klasik liberalizm adaleti, bireycilikle temelinde ele almaktadır.

Bastiat’a (2005:1) göre adalet bireysel özgürlüğün temelidir ve ferdiyet, özgürlük ve mülkiyet adaletin koruma alanındadır. Bastiat, söz konusu alanlarda kişilerin özgür olmasını adil bir durum olarak belirler. Bu noktada adalet, bireyin ontolojik varlığının kurulmasında ve sürdürülmesinde yapı taşı işlevi görür.

Klasik liberaller eşit olmayanlara maddi eşitlik uygulanmasını, hukukun üstünlüğüne zarar verdiği ve totalitarizmi zorunlu kıldığı nedeniyle eleştirir (Barry, 2012: 244). Bu görüş usuli adalet anlayışının temelini oluşturur. Çünkü klasik liberalizm eşitliği, yasa önünde kurgulamaktadır. Yasa önünde eşit olan bireyler, rasyonel tercihlerde bulunduklarından dolayı kendi kararlarıyla bağlıdırlar. Eğer birey kendisi için en doğru kararları verebiliyorsa, olumlu bir sonuçla karşılaşır. Aksi durumda ise, bireyin verdiği yanlış karardan diğer bireylerin etkilenmesi adaletle uzlaşmamaktadır.

Usuli adalet anlayışına göre, bireyin kendi kararlarının sonucuna kendisinin katlanması adil bir durum yaratırken, devletin bu sürece müdahalesi adaletle uzlaşmaz.

37 Usuli adalet anlayışı, metodolojik bireyciliği benimser ve sosyal adaleti reddeder.Usuli adaleti savunan Hayek, (1994: 257) “Sosyal bir pasta paylaşımı yoktur var olan sadece bireysel hak edişleridir” görüşünü benimsemiştir. Dolayısıyla yazar, birey hak ettiğini alıyorsa adil bir durum vardır, iddiasını savunur.

Hayek’e göre adalet mülkiyetin kazanılmasını, rıza yoluyla transferini ve sözleşmenin ihlal edilmezliğini yöneten kuralları içermekte,piyasaların öngörülememesi nedeniylegelir dağılımının adaletle ilişkisi kurulamamakta ve sosyal adalet hak ediş ve ihtiyaçla ilgili bir kavram olduğundan, ayrıntılı bilgi sahibi olmaksızın bir dağıtıcı öngörülmesi otoriter nitelik taşıma riskini içermektedir (Barry, 2012: 258). Bu bağlamda Hayek adaleti, mülkiyet hakları üzerinden tanımlar. Bireyin mülkiyet hakkının doğal hak olarak ele alınması durumunda ise, devletin mülkiyete müdahalesi onaylanmamaz. Usuli adalet anlayışı, kendiliğinden düzeni önerir. Kendiliğinden düzende piyasalar öngörülemediğinden, bir varlığın değerli veya değersiz olabilmesi muhtemeldir. Bu nedenle de gelir dağılımı ve bölüşümü adaletsizliğe yol açabilir. Aynı zamanda devletin bölüşümü görev edinmesi, diğer bireylerin özgürlüğüne müdahale içererek, otoriterleşme riskini barındırır.

Hayek gibi Nozick de sosyal adalete inanmaz. Sosyal adalet anlayışında kaynakların hangi ölçüte göre ve kim tarafından dağıtılacağı belli değildir. Dağıtıcı adaletin tarihsel ve kalıplı olduğunu vurgulayan yazar, “yetkisel adalet” fikrini savunarak, yetkisel adaleti “herkesten tercih ettiklerine göre, herkese tercih edildiklerine göre” şeklinde tanımlar ve bu adalet biçimini mülkiyetin edinilmesi, transferi ve düzeltme haklarını içeren bir değer olarak görür (Sağlam, 2007: 191-196). Nozick, adaletin dağıtılma fikrine, bireysel özgürlüğü baltaladığı gerekçesiyle karşı çıkar. Çünkü mülkiyete ilişkin adalet tanımlamasında, mülkiyet hakkına getirilen sınırlamalar, özgürlüğe yapılan sınırlamalarla eşdeğer kabul edilir. Bu nedenle tercih etme özgürlüğü adaleti sağlayan bir nosyon olarak değerlendirilir.

Adaletin mülkiyet haklarıyla ilişkilendirilmesi, sosyal liberallerizm tarafından kabul görmemektedir.Sosyal liberalizm, adaleti bölüşümle ilişkilendirmektedir.

Rawls’ın görüşleri sosyal liberalizm tartışmasında önemli yer tutmaktadır. Rawls’a göre

“adalet toplumun birinci erdemidir” ve adalet ahlakidir (Barry, 2012: 245). Adaletin ahlaki bir değer olarak kabul edilmesi her iki adalet anlayışıının ortak zeminini oluşturur.

38 Rawls adaletin dağıtılmasında, sezgici fırsat eşitliği kavramından yola çıkmaktadır. Rawls sezgici fırsat eşitliğini, toplumsal sözleşme aracılığıyla, “başlangıç durumu” ve “görünmezlik perdesi” metaforunu kullanarak oluşturur. Rawls’ın bu tasviri, sözleşmeci teorisyenlerin doğa durumu tasvirine benzemektedir. Bilinmezlik perdesi olarak tasvir edilen, “şey” hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmayan bireylerin adalet yorumudur (Barry, 2012: 277). Rawls başlangıç durumunda herkesin adil olduğunu varsayar ve bireylerin önyargılarından arındığını düşünür. Birey, kendisi ve karşısındaki hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadığında adil davranabilir iddiasını savunur. Burada ifade edilen bilgi, toplumsal sınıf, cinsiyet, renk vb. kavramlardır.

Çünkü bu kavramlar bireye aidiyet kazandırır ve birey bu aidiyet çerçevesinde hareket eder. Rawls’ın genel adalet anlayışına göre, bütün toplumsal çıkarların eşitsiz dağılımı en az gözetilenin yararına olmadıkça eşit dağıtılmalıdır, çünkü eşitlik bütün eşitsizlikleri değil, dezavantajlı durum yaratan eşitsizliği ortadan kaldırarak sağlanır (Kymlicka, 2003: 77). Bu bağlamda adalet, dezavantaj yaratan durumun ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilmektedir. Ancak Rawls eşitsizlikleri giderirken, bir sıra önermektedir. Buna göre özgürlüklerin eşitliği fırsat eşitliğinden, fırsat eşitliği de kaynak eşitliğinin önce gelir (Kymlicka, 2003: 78). Yani Rawls’a göre, herkesin özgürlüğe eşit hakkı vardır.

Herkesin özgür olduğu bir toplumda, dezavantajlı kişilerin sosyal refahı sağlandığı takdirde adalet gerçekleşebilir.

Barry’e göre (2012: 246) adalet, dağılımla ilgili bir kavramdır: yani kuralların olduğu toplumda ödül ve cezaların bireylere dağıtılma tarzıdır. Böylelikle yazar adaleti gelirle ilişkilendirmez. Ancak son otuz yılda adalet, zenginlik ve gelirin doğru dağıtımıyla ilişkilendirilmiş ve sosyal adalet, hak ediş, liyakat ve ihtiyaç kıstaslarıyla anılan bir kavram haline gelmiştir (Barry, 2012: 242). Dolayısıyla adalet bireysellikten çıkarak toplumsal bir boyut kazanmıştır. Sosyal adalet yasa önünde eşitliğin, eşitlik sağlamadığına yönelik bir düşünceyi barındırır. Çünkü eşitliğin, yasalarca garanti altına alınması, bireyler arasındaki gelir, fırsat ve toplumsal konum itibariyle uçurumu derinleştirebilir ve adaleti sağlamayabilir.

Sosyal adaleti savunan yazarlardan Dworkin de sosyal adaletin tesisinde soyut bir teoriden yola çıkar. Yazara göre başlangıçta kaynaklar eşit dağıtılmalı, doğal eşitsizlik yaşayan kişilere dezavantajı gidermek adına toplumsal kaynak aktarımı yapılmalı ve herkes tercihleri doğrultusunda hayatına devam etmelidir(Kymlicka, 2003: 106-117).

39 Bu bağlamda Dworkin, bireylerin tercihleri nedeniyle karşılaştıkları sonuçların adil olmaması ihtimalini göz ardı etmemektedir. Yazar kaynakların doğrudan maddi eşitlik yaratan bir biçimde bireylere dağıtılmasını savunarak, adaletin sağlanabilmesini toplumsal bir sorumluluk olarak değerlendirmektedir. Maddi eşitlik dağıtımı sonrasında devam eden dezavantajın ortadan kaldırılmasında ise, yine toplumsal sorumluluk söz konusu olmaktadır.Adaletin sağlanabilmesinde ve piyasanın yarattığı eşitsizliğin giderilmesi konusunda yazar, avantajlı kişilerin gelirleri üzerinden alınan vergilerin dezavantajlı kişilere aktarılmasını savunur (Kymlicka, 2003: 106-117). Bu yönüyle bölüşüm ve bölüşümde adalet, toplumsal bir sorun olarak görülmüş olur.

Özetleliberalizm, adaleti ahlaki bir değer olarak ele almaktadır. Ancak adalet rölatif nitelikte bir kavram olmakla birlikte, klasik ve sosyal liberallerce iki farklı biçimde yorumlanmıştır. Adaletklasik liberaller açısından bireyci bir bakış açısıyla değerlendirilirken, modern liberaller açısından sosyal adaleti temsil eder. Bu bağlamda klasik liberaller adaleti daha çok bireysel özgürlük temelinde ele alırken;sosyal liberaller eşitlikle ilişkilendirir. Adaleti bireyin becerisiyle ilişkilendirmek, bireyi toplumsal açıdan yaşadığı yoksunlukla baş başa bırakmak anlamına gelecektir. Ancak adaleti, doğrudan bölüşümle ilişkilendiren sosyal liberalizmin önerileri de son derece ütopik kalmaktadır. Bu yönüyle adaletin hem bireysel hem de toplumsal açıdan taşıdığı önem göz önünde bulundurulmalıdır.