AK Parti’nin ilk önemli sınavı 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri olmuştur. Seçim sonuçlarına göre mecliste 363 sandalyeye sahip olarak tek başına iktidar olabilecek bir başarı yakalamıştır. Ak Partinin haricinde CHP 178, bağımsızlar ise 9 milletvekili çıkarmıştır. Meclise giren iki parti ve bağımsızların toplam oy oranı ise yüzde 54.5 olmuştur (Aydın ve Taşkın, 2014: 464). Bu durumun seçmen iradesinin yüzde 45.3’lük gibi bir kısmının mecliste temsil edilemeyeceğini göstermiştir.
“Acil Eylem Planı” adı verilen programla alt yapı yatırımlarından, sağlık ve sosyal güvenlik sistemine kadar bir çok alanda somut adımlar atılmıştır. Ak Parti tüm bu icraatları yürütürken parlamentodaki çoğunluğunu sonuna kadar kullanmıştır. Büyük parlamento gruplarında görünen istikrarsızlık bu yapıda kendini göstermemiştir ( Günal, 2009: 210-214). Partilerin sert disipline sahip olmaları demokratik ilkeler açısından eleştirilebilir. Ancak bu durumun istikrar sağladığı ve kendi şartları içinde başarılı bir yönetim olduğu söylenebilir.
Başarılı atfedilen ilk dönemden sonra 2007 yılına gelinmiştir. Bu yıl hem genel seçimler hem de cumhurbaşkanlığı seçimi olmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci 27 Nisan 2007 tarihinden başlamış ve ülkeyi rejim tartışmalarına kadar götüren bir kutuplaşma süreci sonucunda Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesiyle 28 Ağustos 2007’de tamamlanmıştır. Cumhuriyet tarihi göz önüne alındığında Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’nün haricinde cumhurbaşkanlığı seçimlerinin her zaman gergin bir havada geçtiği görülebilir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ya siyasi meşruiyet tartışmaları arasında ya da askeri darbelerin yarattığı kaos ortamında gerçekleşmiştir.
Bu sırada 22 Temmuz 2007’de genel seçimler yapılmış, AK Parti oylarını yükselterek 341 milletvekili çıkarabilmiş ve ikinci defa tek başına iktidar olma şansı yakalamıştır. 21 Ekim 2007’de yapılan anayasa değişikliği ile de bundan böyle cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar verilmiştir (Aydın ve Taşkın, 2014: 478).
AK Parti ikinci iktidar dönemine başladığında ilk düşüncesi sivil bir anayasa yapmak olmuştur. Çalışmalar başlamış ancak kısa zaman sonra ise süreç askıya alınmıştır. 2008 yılına gelindiğinde ise Türkiye gündemini uzun süre meşgul edecek Ergenekon, Balyoz gibi davalar siyasi hayatın öznesi olmuştur. Bu arada ekonomide de işler istenildiği gibi gitmemeye başlamış ve küresel iktisadi krizin de etkisiyle AK Parti hükümeti boyunca ekonomide ilk defa küçülme yaşanmıştır. Ayrıca siyasi hayat yeni bir gündem kazanmıştır. Yıllardır terör sorunu, güneydoğu sorunu veya kürt sorunu diye adlandırılan sürecin çözülmesi amacıyla adımlar atılmaya başlanmıştır. Atılan adımların yıllardır yapılması gereken faaliyetler olduğunu söyleyenler gibi, ülkeyi bölünmenin eşiğine getirdiğini söyleyen taraflar da olmuştur. Sürecin günümüzde de devam ettiği söylenebilir. Ancak sürecin ülkede kutuplaşmayı artırması ve şeffaflıktan uzak yürütülmesi konuları ise tartışmalıdır.
AK Parti’nin üçüncü tek başına iktidar dönemi ise 12 Haziran 2011 seçimleriyle başlamıştır. AK Parti toplam oyların yüzde 49.8’ini alarak 372 milletvekili çıkarmıştır. CHP yüzde 25.9’luk oy oranı ile 135 milletvekili, MHP yüzde 13 oy oranı ile 53 milletvekilini parlamentoya sokabilmiştir. Ayrıca 35 milletvekili de bağımsız olarak parlamentoya girmeye hak kazanmıştır (Aydın ve Taşkın, 2014: 489). Yeni dönemle birlikte Kürt Sorunuda barışçıl çözüm arayışları ve yeni anayasa konularına odaklanılmıştır. Yeni anayasa çalışmaları yeniden başlamış ve bu çalışmalarda başkanlık sisteminin de görüşülmesi gerektiği vurgulanmıştır. 2012 yılında Kuzey Afrika ülkelerinde “Arap Baharı” adı verilen ayaklanmların başlaması ve bu hareketlerin Suriye’ye kadar sıçramasıyla AK Parti dış politikada zor günler yaşamaya başlamıştır. Dış politikadaki sıkıntıların günümüzde de artarak devam ettiği görülebilir.
2013 yılına gelindiğinde ise siyaset arenasının beklenmeyen olaylara gebe kalmıştır. Ekonomide beklenilen ilerlemenin sağlanamamasının yanı sıra AK Partinin giderek otoriter bir hal aldığı eleştirileri başlamıştır. Özellikle 2013 yılının Mayıs ve Haziran aylarında Taksim Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre düzenlemesine karşı yapılan protesto gösterileri beklenmeyen bir büyüklüğe ulaşmıştır. Olaylar bütün Türkiye’ye yayılmış ve gösteriler can ve mal kayıplarına sebep olmuştur. 2013 yılının
sonuna gelindiğinde ise AK Parti, dört bakanının adının geçtiği yolsuzluk iddialarıyla karşılaşmıştır. Bu şartlarla 30 Mart 2014 yerel seçimlerine gelinmiştir. Özellikle AK Parti’nin seçimleri yerel seçimlerden çok bir güvenoyu havasına sokmasıyla seçimler farklı bir boyut kazanmıştır.
Seçim sonuçlarına göre AK Parti istediği sonuca ulaşmıştır. Yerel seçimlerden sonra ise ülke ilk turu 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklanmıştır. İlk defa halkın bir cumhurbaşkanını seçtiği 12. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Başbakan ve Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan geçerli oyların yüzde 51.7’sini alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Anayasa’nın 101.maddesi gereğince cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişkisinin kesileceği ve meclis üyeliği sona ereceği için AK Parti 27 Ağustos 2014 tarihinde kurultay kararı almıştır. Yapılan kurultayda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Genel Başkan seçilmiştir. Yeni hükümeti kurma görevi de Başbakan sıfatıyla yine Ahmet Davutoğlu’na verilerek ülke siyaseti 2015 yılında yapılacak genel seçimlere doğru gitmektedir.
Cumhuriyetin ilanından itibaren Türk parlamento hayatı çok farklı dönemlerden geçmiştir. Dönemin şartları gereği olarak adlandırılbilecek yaklaşık yirmi yıl süren tek parti dönemi ile birlikte dört anayasa, çok partili siyasal yaşamda üç tek başına iktidar, koalisyon hükümetleri, ikisi fiili darbe olmakla birlikte dört askeri müdahale yaşanmıştır. Bu dönemler göz önüne alındığında ekonomik ve siyasal atılımların tek başına iktidar yani yürütmenin güçlü olduğu dönemlerde daha kolay gerçekleştirilebilindiği söylenebilir. Nitekim koalisyon hükümetlerinin ülkenin temel sorunlarını çözmede yetersiz kaldığı, koalisyon hükümetleri döneminde hem siyasal hem ekonomik hem de toplumsal olarak kriz ortamlarının oluştuğu görülebilir. Ayrıca tek başına iktidar dönemleri de dahil olmak üzere bazı dönemlerde kuvvetler ayrılığı ilkesi hükmünü yitirmiş ve demokratik mekanizmaların çalışamaz hale gelmiştir. Özellikle 1970’lerdan itibaren bölgesel sorunlar, 1980’den sonra ise ülke içi güvenlik problemleri baş göstermiş ve Türkiye bu konularda aktif rol almaya çalışmştır. Ancak etkin bir politika izlemenin koalisyon dönemlerinde pek de mümkün olmamıştır.
Özetle 91 yıllık parlamenter rejimin Türkiye’nin temel sorunlarından birçoğuna çözüm üretemediği söylenebilir.