• Sonuç bulunamadı

ABD’nin Yükselişi (1750-1850)

2. KURAMSAL ÇERÇEVE

3.3. Küreselleşmeyi Hazırlayan Küresel Dönüşümler

3.7.2. Yeni Emperyalizm

3.7.2.1. ABD’nin Yükselişi (1750-1850)

ABD’nin küreselleştiren bir güç olarak yükselişinde, kıtasının bahşettiği kaynaklar, federal devletler sisteminin kıtasal bir pazar yaratmayı olanaklı kılması, insan gücü demir ve çelik sanayisi, elektrik ve otomotiv başta olmak üzere teknolojideki atılımlar kadar askerî kazanımların ekonomik faydalarla uyumlaştırılması stratejisini her dönemde başarıyla uygulayabilme yeteneğine sahip olması başlıca etken olmuştur (Kennedy, 1995: 235-253).

Yeni Emperyalizmin ABD modelinde gelişmesinde devletin şekli ve işleyiş biçimi önemli rol oynamıştır. Nasıl ki XIX. yüzyılın sonlarında ulusal ekonominin ortaya çıkışı ABD’de federal hükûmet gücünün gelişmesine neden olduysa, küresel ekonominin gelişimi de küresel düzeyde bir federal gücü gerekli kılmıştır (Sandel, 1996: 338). Şirketlerin ve ekonomik güç odaklarının sahip oldukları nüfuz, sadece ülke ekonomisinin koruma duvarlarının muhafaza edilmesini sağlamakla kalmadı, ABD’nin uluslararası politikadaki tercih ve kararlarında ticari kaygıların politik-askerî değerlendirmeleri doğrudan şekillendirmesini de olanaklı kıldı.

ABD’nin başarısı önceki dönemden farklı devlet yapılanmasından kaynaklanıyordu. İkinci küreselleşmede ulusal devletlerin genişleyerek sömürge oluşturmaları söz konusuyken ABD, bir imparatorluğun bütün özelliklerini taşıyarak doğmuştu. Bu devlet yapılanmasının askerî-endüstriyel iş birliği sistemiyle87 birlikte işletilmesi ABD’yi II. Dünya Savaşı sonrasında kıtasal imparatorluktan küresel hegemonyaya, soğuk savaştan sonra ise küresel imparatorluğa taşıyacaktı.

ABD’nin yükselişinin ilk adımını, Avrupalıların Amerika kıtasındaki nüfuzlarına son verilmesini ve ABD’nin kıtasal bir güç olarak belirmesini öngören 1823 tarihli Monroe Doktrini oluşturdu. Bu kapsamda ilk adımı, 1803’de Louisiana’nın, 1845’te Meksika’dan Teksas’ın alınması oluşturdu.

Bunu 1895-1898 döneminde İspanya’nın bölgeden uzaklaştırılarak Pasifik’in (Filipinler, Porto Riko, Karayipler, Guam) nüfuz altına alınması, 1901’de Küba, 1903’te Panama’ya el atılması, aynı yıllarda Çin’in ticari ayrıcalıklar vermeye zorlanması ve Japonya Savaşı takip etti.

Böylece I. Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinde ABD; 1912’de Meksika, 1915'te Haiti, 1916’da Dominik Cumhuriyeti müdahaleleri ile kıtasal genişlemesini büyük ölçüde tamamlamış oldu (Johnson, 2005: 43).

87 Başkan Eisenhoover 1961’de görevinden ayrılırken yaptığı veda konuşmasında; yarattığı 3,5 milyon istihdam, ABD’nin değer tüm sektörlerdeki üretimine eşit seviyedeki mali büyüklüğüne değindikten sonra, savaş endüstrisine dayanan ülke ekonomisinin yaratacağı ekonomik, sosyal, siyasal ve hatta ruhsal boyuttaki olumsuz etkilere dikkat çekmiş olsa da bu yapı değişmemiştir (Köni, 2007:

60). Savaşlar sonrasında ordunun terhis edilmesi geleneği, barışçı tutumdan çok ekonomik kaygılardan doğmuştur.

Monroe Doktrini sonraki yıllarda giderek daha faydacı bir hâl aldı: ABD bir taraftan İngiltere’nin yükselişinde olduğu üzere ada devleti olmanın sağladığı bütün stratejik üstünlüklerden yararlanırken diğer taraftan Kıtanın geri kalan bölümüne müdahalelerini devam ettirdi.88

ABD’nin küresel hâkimiyetinin ikinci adımını II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın ekonomik bakımdan yeniden yapılandırılması maksadıyla uygulamaya konan Marshall Planı oluşturdu. Bu kapsamda Avrupa’ya aktarılan ekonomik yardımlar ile diriltilen Avrupa pazarı vasıtasıyla ABD ekonomisindeki durgunluğa çare bulunduğu gibi daha sonra AB’nin oluşumunu hazırlayacak olan Avrupa Ekonomik İş Birliği Örgütü vb.

düzeneklerle Avrupa’da ABD hegemonyası kurulmuş oldu. Böylelikle küresel güç mücadelesi SSCB’nin sınırlarına taşındı.

ABD ekonomisi, II. Dünya Savaşının sonundan itibaren büyük askerî üretim makinesi konumunu soğuk savaş döneminde de sürdürdü.89 Bu yıllarda sosyalizme karşı güvenliğin bedeli, ABD’nin ticari ve askerî hegemonyasını benimsemekti. Savunma harcamaların bedeli her dönemde

88 1904 yılının Aralık ayında, Başkan Roosevelt, yazına “Roosevelt Gerekçesi” olarak giren ilavesini yaptı. Buna göre, ABD’nin Latin Amerika ülkelerinin borçlarını ödemesini engelleyen siyasi hareketleri bastırmak için bu ülkelere müdahale hakkı bulunmaktaydı. William Howard Taft ise emperyalizmin bir başka bahanesi olan “dolar diplomasisi” tezini ortaya atarak, ülke dışındaki, özellikle de Karayipler ve Orta Amerika’daki Amerikan ticari çıkarlarını korumak için Roosevelt Gerekçesi’ni harekete geçirdi.

1898 ve 1934 yılları arasında, ABD Küba’ya dört, Honduras’a yedi, Dominik Cumhuriyeti’ne dört, Haiti’ye iki, Guatemala’ya bir, Panama’ya iki, Meksika’ya üç, Kolombiya’ya dört, Nikaragua’ya beş defa asker gönderdi.

89 Savunma harcamalarında ilk ve en önemli dalga 1953’te Kore Savaşı’yla geldi: 1950’de 150 milyon dolar olan silahlanma giderleri 1953’de 500 milyon dolarlara ulaştı. İkinci silahlanma dalgası Vietnam Savaşı sırasında yaşandı: 1968’de savunma harcamaları 400 milyon doları buldu. Üçüncü dalga, soğuk savaşın sonunu getirecek olan Reagan dönemindeki Stratejik Savunma İnisiyatifi çalışmalarıyla geldi: 1989’da silahlanmaya 450 milyon dolar ayırdı. 11 Eylül saldırılarının ardından yaşanan dördüncü dalga ile 2002’de savunma harcamaları 393.8 milyon dolara ulaştı (Johnson, 2005: 58). Bu harcamaların bedeli her dönemde müttefiklerine ödetilirken, soğuk savaş döneminde ABD dünya silah ticaretinin % 44’ünü elinde bulundurdu.

Bu oran Sovyetlerin silah ticaret hacminin iki katına karşılık geliyordu (Greider, 198: 100).

müttefiklere ödetilirken90, soğuk savaş döneminde ABD dünya silah ticaretinin % 44’ünü elinde bulundurdu. Bu oran Sovyetlerin silah ticaret hacminin iki katına karşılık geliyordu (Greider, 198: 100).

Üçüncü adımı, ayrıntılarına ardıl bölümde değinilen ABD’nin küresel güvenlik uygulamaları oluşturdu. Birbirini destekleyen bir dizi stratejinin uygulanmasından oluşan bu düzenek; NATO, ikili ve bölgesel stratejik ortaklıklar ile ABD’nin münferit girişimlerinden oluşuyordu. Bu düzeneğin başarısı, uygulamaların ekonomikliğini ve etkinliğini sağlayan iki ilkeye dayanmasından kaynaklanıyordu. Bunlar:1) Stratejilerin askerî olduklarından çok ekonomik yaptırım ve teşvikleri içeriyor olması,91 2) Stratejik bölgelerin kontrolünü olanaklı kılan askerî üsler92 ile Atlantik ötesi harekât yeteneği sağlayan deniz ve hava gücüydü.

ABD’nin yükselmesinin bir diğer nedeni ise SSCB’nin aksine uzay yarışı ve savaş sanayine yönelik yüksek maliyetli teknolojileri, günlük yaşamın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yoğun üretime başarıyla ve çok düşük maliyetlerle dönüştürebilme yeteneğine sahip olmasıydı.

90 Örneğin 61 milyar doları bulan Körfez Savaşı’nın masraflarının % 80’ine tekabül eden 54,1 milyar dolarını Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE, Almanya, Japonya, Güney Kore ve ABD’nin diğer müttefikleri karşılarken (Japonya tek başına 13 milyar dolar verdi.) ABD’ye düşen pay ise sadece 7 milyar dolardı (Sands, 2003).

91 1941 tarihli Atlantik Bildirisi’nden itibaren, ABD’nin küresel hâkimiyetini sağlayan stratejilerin tamamında özgürlüklerin kullanılmasına olduğu kadar ekonomik öğelere de vurgu yapılmıştır. Dünya çapında yönlendirici ekonomik kurumların kontrolünü elinde tutan ABD, bu üstünlüğün istismarını askerî seçeneklerden daha önemli ve öncelikli bir güç unsuru olarak değerlendirmiştir. Bu kapsamda Başkan Carter “karşılıklı bağımlılığı yönetme” politikası izlemiştir. Başkan Reagan 1981 tarih ve 32 No’lu Ulusal Güvenlik Kararı’ında, Moskova’ya bağlı rejimlerin ticaret ve diplomasi yoluyla Moskova’dan uzaklaştırılmasını hedef almıştır. Bunu takip eden 1982 tarih ve 66 No’lu ve 1983 tarih ve 75 No’lu ABD Güvenlik Konseyi kararları sırasıyla; Sovyet ekonomisinin temelini oluşturan altın, petrol ve tahıl fiyatlarının yükseltilmesine yönelik müdahaleleri ve Sovyetlere teknolojik ambargo uygulanmasını öngörmüştür.

92 Balkanlardaki, Basra Körfezi’ndeki ve Orta Asya’daki üsler hariç olmak üzere, Pentagon tarafından varlığı kabul edilen 727 ABD üssünün toplam değeri 11 Eylül 2001 rakamlar itibarıyla 1,18 milyar doları bulmaktadır. Bunların değer bakımından üçte ikisini II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yaklaşık 78 milyar dolar bedelindeki üsler teşkil etmektedir. Toplam değerin % 66’sına tekabül eden üsler sadece iki ülkede; Almanya (38 milyar dolar) ve Japonya’da (40 milyar dolar) bulunmaktadır. Kore’deki garnizonların değeri ise 11,5 milyar dolar olarak hesap edilmektedir (Chalmers, 2005: 208).

Ayrıca New York Borsası küresel boyuttaki büyüklüğü ve işlem hacmiyle ülkenin sermaye ihtiyacını kolaylıkla karşılayabiliyordu. Para ihtiyacının karşılanmasında, güçlü bir sermaye piyasasının mevcudiyeti kadar etkin vergi sisteminden ve zaman zaman uygulamaya konan istihdam politikalarından güç alan ABD merkezî hükûmetinin ulusal ekonomiye müdahale yeteneği de önemli bir etkendi.93

Sonuç olarak, ABD’nin yükselişinin ve onun hegemonyasında oluşan yeni emperyalizm; küresel bütünleşmeleri olan askerî, ekonomik ve teknolojik sac ayağı üzerine inşa edildiğini söylemek mümkündür. Üçüncü küreselleşme evresini yaratan ve ABD’nin önderliğinde gerçekleşen temel yapılanmalar, güvenlik algılamaları ve küresel ekonominin düzenlenmesi ekseninde gelişmiş, teknolojik üstünlük her iki alanda da küresel hâkimiyetin kazanılmasında temel etken olmuştur.

93 ABD’nin küresel güç olma serüveninden krizleri aşabilme yeteneği öne çıkar:

- İngiltere’nin inişini başlatan 1880’deki büyük ekonomik durgunluk bütün Kuzey ve Batı Avrupa’yı kasıp kavururken yerleşiklin başlangıcından itibaren kaydedilen en büyük göç ABD’ye gerçekleştirilmişti. 1880-1914 döneminde 15 milyon Avrupalının (Avrupa nüfusunun 1/5’i) Amerika’ya göçü, bugün Fransa, Belçika ve Hollanda nüfuslarının tamamının otuz beş yıl boyunca Avrupa’yı terk etmesi anlamına geliyordu (Attali, 2007: 96). ABD bu göç yükünü, liderliğini 1880’de İngiltere’den devraldığı demir-çelik endüstrisi ile demiryolları ağının inşası ve otomotiv sektörünün istihdam kapasitesiyle aşmayı başarmıştır. Örneğin; “T” tipi motorların bulunmasıyla seri üretime geçen Ford 1914’te 485.000 araç üretirken, İngiltere’de bu sayı, 34.000, Almanya 23.000, Fransa 45.000’di.

- 1928 yılında, “Yedi Kız Kardeş” diye adlandırılan büyük petrol şirketlerinden oluşan kartelin benzin fiyatını artırmasının sonucunda otomobil sektörünün ve 1929’da “Kara Çarşamba” olarak anılan New York Borsası’nın çökmesiyle başlayan kriz, ABD’ye borcu olan Avrupa devletlerinin borçlarını ödeyememeleri üzerine “Büyük Buhran”a dönüştü. Bu krizle birlikte ABD’de devletin küçültülmesi suretiyle ekonominin büyütülebileceği yolundaki yaygın görüş de yıkılmış oldu. Krizin neden olduğu istihdam sorunu, ulusal parkların inşası vb. Keynesyen kamu istihdam politikaları ile hafifletildi. Krizi takip eden II. Dünya Savaşı silahlanmaya yönelik üretimle birlikte ekonominin ihtiyaç duyduğu canlılığı yarattı.

- 1973’te petrol fiyatlarının yükselmesi ile başlayan küresel kriz esnasında, zengin altın madenlerini, petrol kaynaklarını, sineme endüstrisini, bilgisayar teknolojilerinin merkezini bünyesinde bulunduran Kaliforniya ve özellikle de Los Angles’ın ekonomik imkân ve kabiliyetleri krizin aşılmasını olanaklı kıldı.

Özellikle bilişim teknolojileri ABD’nin ekonomik zaferini taçlandırdı. 1991’de Microsoft dünyanın en büyük beş işletmesinden biri haline gelmişti.