• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: ARAŞTIRMAYA AİT BULGULAR

3.2. Çalışma 2 Kapsamında Bremen, Ankara Ve Kırşehir’de Yapılan Nitel

3.2.1. Bremen’de yapılan nitel çalışmaya ilişkin Bulgular

3.2.1.2. Dilencilere atfedilen anlam

Bremen’deki katılımcıların dilenciliğe atfettikleri anlam ve onlara ilişkin düşüncelerine ilişkin tema analizi yapılmış ve bu kapsamda “dilenciler yönetsel bir sorundur”,

“toplum sağlığı açısından risk taşırlar” ve “dilenciler acınılacak ya da korkulacak kişiler değildir” ve “bir meslek grubu olarak dilenciler” temalarına ulaşılmıştır. Bunlara ilişkin detaylı analizler aşağıda verilmiştir.

3.2.1.2.1. Dilenciler Yönetsel bir Sorundur

Bremen’deki tüm katılımcılarda (9 kişi), dilenciler ve evsizlerin sözü edildiğinde bağlantılı olarak devlet ve kurumlardan da söz edildiği fark edilebilir. Dilenci ve evsiz, Almanya’da bir bireyin kendi başına yüzleşeceği bir konu başlığıdır. Bireysel vicdanlara seslenmez, toplumsal ve özellikle de yönetsel bir sorundur. Katılımcılardan, Helmut ve Lisa gibi kimileri, dilencilerden rahatsız olmasalar da, onlar da en azından bu insanların huzuru için, kurumların yapması gerekenleri telaffuz etmişlerdir. Diğer bir kısmı ise, özellikle Grasberg köyündeki katılımcılar, kurumların araya girmesini kendi huzurları için gerekli bir önlem gibi dile getirmişlerdir. Burada kurumlardan beklenen, bu tür uyumsuz yurttaşları kendilerinden uzak tutmalarıdır. Görüşmeler sırasında bu ayrım doğrudan dile getirilmemiş olsa da, dilenciler ve evsizlerin yanında, deliler, marjinal topluluklar ve hatta hayvanlar da bu uyumsuz varlıkları örneklerler. Devletin ve kurumların, dayanışmaya açık olmayan, anomik kimseleri, belli bir toplumun parçası

yurttaşlardan uzak tutmaları beklenmektedir. Bu düşünceleri açıklıkla dile getiren Thomas şöyle ifade etmektedir:

“Evsizler, özellikle Avrupa Birliği’yle beraber arttılar. Önceden hatırlıyorum ben Frankfurt’tayken fazla yoktu. Çok fazla insan ülkemize geliyor ve çoğu da iş bulamıyor. Bir de böyle yaşamak daha rahat. Devlet yardım ediyor zaten. (…) Babam böylelerine katlanamazdı. Çalışmadan yaşayan birisini görse mutlaka uyarırdı.

Ama şimdi devletin bu insanları tamamıyla bizden uzak tutması gerekir.”

Bremen ve Grasberg’de yapılan mülakatlar sonucunda, dilenci ya da evsizlerin, Türkiye’deki iki tipik tepki biçimi olan, acıma veya korkudan uzak olduğu fark edilebilir. Bu kişilerde dilenci ve özellikle de evsizlere dönük daha kayıtsız bir yaklaşım dikkat çekse de, asıl önemli olanın bu türden toplum dışı sayılanlara da kurumsal düzeyde akılcı bir yaklaşımın uygulanmasıdır. Bu akılcılık, kurumların tam olarak yasal ve yönetsel mevzuatı hayata geçirmesi anlamını taşır. Onlar da, ne kadar dışarıda da olsalar, toplumsal dayanışmanın nesnesi olmasalar da, devlet ve kurumları tarafından gözetilmesi gereken insanlardır. Aynı şekilde deliler ya da mülteciler gibi. Temel beklenti, topluma karışmamaları ve acıma ya da korku gibi duygulara neden olmamaları, ama ihtiyaç duydukları temel bakım ve başkaca yaşamsal ve yurttaşça haklardan asgari de olsa yararlanmaları yönündedir.

Dolayısıyla toplumsal dayanışma, özellikle bu türden uyumsuz bireyler söz konusu olduğunda, bireyler üzerinden değil, kurumlar yardımıyla gerçekleştirilir.

Uyuşmazlıklarda, kişilerin polise, avukata, mahkemeye ya da başkaca kurumlara müracaatları benzeri bir toplumsal inşanın kanıtı gibi anlaşılabilir. Olağan koşullarda sivil toplumsal kodlar kapsamında davranan ve uzlaşan bireyler, en basit anlaşmazlık ve karşıtlaşma ihtimalinde, karşısındakiyle yüzleşmekten uzak durur, ilgili kurumlara başvurmayı tercih ederler. Bir anlamda anomali koşullarını çözmek, kurumların görevidir. Bireyler sadece olağan koşullarda yüzleşmek ve karşılıklı iletişim kurmakla sorumlu sayarlar kendilerini. Devlet ve kurumlar, onlar adına bu dayanışmayı işletir.

Kurumlar, kişilerin özellikle akılcı olmayan ilişkilerin ortaya çıkma olasılığını taşıyan koşullarda bu dayanışma işlevini üstlenirler. Bernard’ın benzer şekilde dile getirdiği

gibi, ödedikleri vergilerle, bu akıl-dışı koşulların bir nevi “sponsoru” olurlar; vergi ödediklerinden, deliler, dilenciler, evsizler, marjinallerle ya da sorunlu komşularıyla yüzleşmek, iletişim kurmak zorunda kalmadıklarını savunurlar.

3.2.1.2.2. Dilenciler Toplum Sağlığı Açısından Risk Taşır

Bremen ve Grasberg’deki 9 ayrı kişiyle yapılan görüşmelerden özellikle 6’sının ortaya koyduğu bir başka husus da, dilencilerin ve özellikle de evsizlerin, toplum sağlığı, hijyeni açısından taşıdığı mahsurlardır. Özellikle Stefan ve Bernard, kendi yaşadıkları yerleri “nezih muhitler” olarak değerlendirirlerken, bu yerlerde dilenci veya evsizlerin bulunmayışının da altını çizerler. Tüm mülakatlarda, kişiler dilenci veya evsizlerle bireysel yüzleşme yerine, kurumsal dolayımları tercih ettikleri gözlemlenmiştir. Yani dilencilik olgusunu, kendilerinin bir sorunu gibi kabul etmezler. Devlet kurumlarının eksik bıraktığı ya da kişilerin kendi zaaflarından ileri gelen bir koşulsuzluk gibi tarif etmeyi seçerler. Dilenci ve evsizlerin şehir merkezindeki varlıklarını ise bir tür asayiş sorunu gibi ifade ederler.

Katılımcılardan Stefan, kent merkezinde bir gösteri icra eden ve özünde dilenci olan kimselerin faydaları üzerinde durmaktadır. Çocukların ilgisini çeken, eğlenceli gösterilere bazen rastladıklarını ve özellikle “cansız manken” olarak tanımlanan bir gösteri türünün çok eğlenceli olduğunu dile getirir. Dolayısıyla, özünde evsiz veya dilenci olan bu kimseler, bir görev icra ettiklerinde, eğlenceli ve şehir manzarasını bozmayan, aksine şenlendiren varlıklar olurlar. Burada, kuramsal değerlendirmeler içerisinde de sıkça örneklendiği gibi, gelişmiş bir toplum yapısının, dayanışmayı, çalışma, işlev ve değer üretme, hizmet sunma vasıflarıyla ayırt ettiğine dair bir örnek bulunabilir. Gösteriyi icra eden kişi, herhangi bir iş yapmadan aynı yerde otursa, bu durum kent manzarası içerisinde bir uyumsuzluk sayılırken, basit bir eğlence de ortaya koysa ve dolayısıyla çalışıyor olması, onunla dayanışma için yeterli bir neden sağlar.

3.2.1.2.3. Dilenciler Acınılacak ya da Korkulacak Kişiler Değildir

Almanya’da dilencilere acımak ya da korkmak gibi tepkiler yoktur. Özellikle tüm yurttaşların bir diğeriyle, toplumsal ya da devlet kurumlarınca dolayımlandığı toplumsal ve yönetsel yapıda, bir bireyin diğerinden korkması ya da ona acıması mümkün değilmiş gibi, Bremen’deki hiçbir katılımcı, dilenci ve evsizlerden korkmak ya da

onlara acımak gibi durumlardan söz etmezler. Aşağıda ilgili kısımda dile getirildiği gibi, sadece Helmut, “genel insani duygular çerçevesinde, düşkün insanlar için kendilerinin de bir şeyler yapabileceğini” ifade eder. Eğer bir birey toplumun dışında ve dolayısıyla anomali koşullarında yaşam sürüyorsa, onunla ilgilenmek, yönetsel kurumların sorumluluğudur. Başkasının sorumluluk alanına girmemek, karışmamak gibi bir davranış kalıbı geliştirmişlerdir.

Dilencilere acımak ve korkmanın dile gelmemesinin bir başka nedeni de, bu “yaşam biçimini” kendilerinin tercih ettikleri varsayımıdır. Aşağıda ilgili kısımda dile getirildiği gibi, özellikle Lisa’ya göre, onlar kendi tercihleriyle bu yola girer, yaşam biçiminin sonucu olarak dilenir ya da evsizler gibi hayat sürerler. “Özellikle giyinişlerinin, saç şekillerinin farklı ve güzel olduğunu, onları bir şey yapmadan da izleyebileceğini”

söyleyen Lisa için evsizlik bir yaşam biçimidir. Herkesin böyle bir ülkede sadece seçtiği, tercih ettiği yaşamı süre gibi bir kabul vardır burada. Bu kavrayışın devamı olarak, talihsizlik, bahtsızlık gibi görünen de, bu seçimlerin sonucu gibi anlaşılır.

Organik dayanışmanın hüküm sürdüğü böyle bir toplum içerisinde, herkes kendi seçimleriyle bir mesleği, kariyeri, yaşam biçimini sürdürür. Dilenci ve evsizler de, böyle bir yaşam biçiminin aktörleri gibi algılandığında, acınacak ya da korkulacak bir insan topluluğu olmaktan uzaklaşırlar.

Bu toplumsal davranışın bir sonucu olarak, dilenci ve evsizler de kendilerini acındırmaya ya da karşısındakini korkutmaya dönük stratejiler geliştirmekten uzaklaşırlar. Almanya’da dilenciler ve evsizlerin, önlerine koydukları çoğunlukla kağıt bir bardaktan başka dilenci ya da evsiz olduklarına dair bir işaret ortada yoktur. Yoldan geçenlerle göz teması kurmaz ve onlar konuşmadığı sürece karşısındakiyle konuşmaz, yollarına çıkmazlar. Çünkü yardım etmeye aday kişileri, acıma ya da korku gibi duygular uyandırarak yakalayamayacaklarını bilirler. Tek yolun bir beceri geliştirmek ve etraftan geçenleri eğlendirmek olduğunu fark ederler.

3.2.1.2.4. Bir Meslek Grubu olarak Dilenciler

Dayanışma, Almanya gibi Batılı ve gelişmiş ülkeler için, hizmet yoluyla gerçekleşir.

Üstelik verimli, üretken bir hizmet olmalıdır. Örneğin bir sokak çalgıcısı, alelade bir müzisyen olmamalıdır. Rosemarine’in üzerinde durduğu gibi, sokak gösterisi ya da müzisyenlerinden beklenen, ürettikleri hizmetin sıradan olmaktan uzak olmasıdır. Yani

bu gösterinin yeni ve ilginç olması beklentisi vardır. Müzisyenin aletine hakim olması, göstericisinin gösterisini ilginç kılması beklentisi dile gelir. Dilencileri de bir tür eğlence veya gösteri dünyasının parçası yapan bir yaklaşım burada belirlenebilir. Ona göre, bu beğeni ne kadar fazla olursa, verilen para da o nispette artar. Dilenciler bu şekilde bir meslek topluluğuna dâhil oldukça, toplumsal dayanışmanın nesnesi olabilirler. Sözgelimi Rosemarine, bu mantığın devamı olarak, “sadece izlediği için değil gösteriyi beğendiği için yardım yapabileceğini” dile getirmektedir.