• Sonuç bulunamadı

1. GİRİŞ

1.8. Kavram ve Tanımlar

1.8.2. İnsan ve Çevre

1.8.2.4. Çevrecilik

Yukarıda görüldüğü gibi çevre bilinciyle çevrecilik iç içedir. Çevre bilinci, çevresel değerlere karşı belli bir duyarlılık gerektirdiği için aslında çevrecilikten bağımsız olarak ele alınamaz. Çevrecilik, “ci” ekinden anlaşıldığı üzere çevreden taraf olma, çevreyi gözetme olgularına gönderme yapmaktadır. Keleş ve arkadaşlarına (2009:

286) göre, “doğanın savunulması, yaşam kalitesi ve çevre koşullarının korunması çevreciliğin özünü oluşturur.” Özetle, genel anlamda çevrecilik, çevresel değerlere karşı duyarlı olmanın ifadesidir. Bu anlamda çevrecilik ile çevre bilinci arasında tam bir tekabuliyet söz konudur. Fakat bugün çevreciliği tamamen çevre bilinci olarak değerlendirmek de mümkün değildir. Zira çevreciliğin günümüzde kurumsal ve ideolojik bir boyutu da bulunmaktadır. Başka bir deyişle, çevrecilik bugün bir örgütlenme paradigması ve toplumsal hareket olma niteliği de taşımaktadır. Oysa çevre bilinci, ne ideolojidir, ne doğrudan örgütlenme alanıdır, ne de doğrudan toplumsal harekettir. O, daha çok bu olguların önkoşulu olarak değerlendirilebilir.

Dolayısıyla pratik olarak, çevresel değerlere karşı duyarlı olma anlamında çevrecilik ile çevre bilinci arasında bir tekabuliyet bulunmakla beraber çevrecilik, aynı zamanda bir ideoloji ve toplumsal hareket olarak çevre bilincinin ötesinde, aslında ondan beslenen ve onu içeren daha geniş bir alanı kapsamaktadır.

Çevrecilikle ilgili tartışılagelen temel meselelerden biri çevreciliğin politik-ideolojik olup olmadığı meselesidir. Kuşkusuz hiçbir örgütlenmeye dahil olmadan da, hatta örgütlenmelerin varlığından bile haberdar olmadan, sırf çevresel değerlere karşı duyarlılık sahibi olarak çevreci olunabilir. Bu anlamda çevreciliğin politik olduğundan bahsetmek zordur. Fakat çevrecilik düşüncesi etrafında örgütlenme sürecinin, çevreciliği politikleştirmesi kaçınılmazdır. Bizzat örgütlenme olgusu, saf haliyle politik

olma niteliği taşır. En başında örgütlenme, fikirlerin basılı hale gelmesi, fikirlerin belli bir şekilde şemalaştırılması ve kalıplaştırılmasıdır ki, bu durum, aynı zamanda fikirlerin belli bir perspektiften standartlaşması demektir. İşte bu belli bir düzeydeki standart fikir ve söylemler, örgütlenmenin paradigmasını oluşturarak, örgütlenmeye politik bir nitelik kazandırır. Öte yandan örgütlenme, egemen toplumsal-siyasal paradigmayla her zaman bir ilişki içerisinde var olur. Bu paradigmanın ya karşısındadır ya tarafındadır ya radikaldir ya da ılımlıdır. Her ne şekilde olursa olsun örgütlenme, egemen paradigmayla ve siyasal iktidarla bir iletişim halindedir. Örneğin, insan hakları ve çevre sorunları sivil toplumun temel örgütlenme alanlarıdır. Aynı şekilde bu alanlar siyasal iktidardan da bağımsız düşünülemez. Dolayısıyla bu ortak kullanım alanı, sivil toplum mücadelesini kaçınılmaz bir şekilde politize etmektedir.

Çevreci hareketlerin genel olarak üç aşama şeklinde ele alındığı görülmektedir:

İlkin bilimsel çevrecilik gelişmiştir. 1876 yılında biyolog Ernest Hackle tarafından ekoloji biliminin kurulmasıyla, doğanın korunması gereği ve bilinci de daha çok zemin kazanmaya başladı. İkinci aşamada çevreci hareketler, 68 olaylarıyla beraber daha çok toplumsal hareket niteliği kazandılar. Üçüncü ve son aşamayı ise çevreci hareketlerin siyasallaşmasının da son evresini oluşturan partileşme süreci oluşturur (Ceritli, 2007: 66, 67). Her ne kadar bilimsel çevrecilik, çevreci hareketler içerisinde kategorize edilmişse de, aslında ekoloji biliminin kurulması ve bu bilimin kurulmasıyla beraber çevresel değerlere karşı belli düzeyde bir ilginin artması, çevreciliğin bu aşamasının “hareket” olarak kategorize edilmesi için yeterli değildir. Çevreciliğin bu aşamasında bilim dünyasındaki bir gelişme ve bu gelişmeye paralel olarak doğanın dengesine karşı bir ilginin ortaya çıkması söz konusudur; fakat bu aşama, “hareket”

niteliği taşımaktan oldukça uzaktır. Ekoloji biliminin kurulmasıyla beraber, doğal dengenin nasıl bir yapıya sahip olduğunun, doğal yaşamın nasıl zincirleme bir şekilde birbirine bağlı olduğunun daha çok bilinir hale gelmesi, çevreciliğin de çevreci hareketlerin de temelini ve beynini oluşturur. Zira doğal döngülere işaret etmeyen bir çevreciliğin düşünülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla çevreciliğin birinci aşamasındaki gelişmeler, hareket niteliği taşımamakla beraber çevreci hareketlerin temelini teşkil etmektedir. Bilim dünyasındaki gelişmeleri kapsayan birinci aşamayı giriş olarak kabul edersek, çevreciliğin 68 yılının politik ortamında siyasallaşmaya başlaması gelişme kısmını, çevreciliğin siyasal partileşme süreci ise sonuç kısmını oluşturur.

Sonuç olarak, çevreciliğin politik-ideolojik olup olmadığı konusu şu şekilde ifade edilebilir: Çevrecilik, belli paradigma/paradigmalara bağımlı olmadığı sürece politik-ideolojik olmayabilir; fakat belli paradigmalar etrafında örgütlenmemeleri düşünülemeyeceği için bir hareket, bir organizasyon olarak çevrecilik, politik-ideolojiktir.

Çevreciliğin politik-ideolojik bir nitelik de taşıdığını kabul ettikten sonra bu sefer de bir ideoloji olarak çevrecilikle ilgili farklı görüşlerin (iki temel görüşün) olduğu görülmektedir: Birincisi çevreciliğin mevcut ideolojiler içerisinde bir eklemlenme olduğu, ikincisi çevreciliğin mevcut ideolojilerin ötesinde onlardan bağımsız bir ideoloji olduğu şeklindedir. Eko-marksizm, anarşizm, liberalizm, eko-muhafazakarlık gibi, çevreciliği kendi klasik paradigmalarının potasında eriten yaklaşımların dahil olduğu birinci gruptakilere göre çevrecilik, ayrı bir ideoloji değildir.

Bu gruptakilere göre, çevreciliğin atıfta bulunduğu değer ve inançlar var olan siyasal ideolojiler içerisinde zaten bulunur veya kolayca yer edinebilir. Çevreciliğin ayrı bir ideoloji olduğunu savunan ikinci gruptakiler (yeşil partiler), yaşanan çevresel sorunların, çevrecilik dışındaki diğer ideolojilerden kaynaklandığını öne sürerek çevreciliğin sahip çıktığı değer sistemiyle ve ortaya koyduğu politikalarla mevcut ideolojiler içerisinde ayrı bir ideoloji olduğunu savunmaktadırlar (Çoban, 2002: 5).

Bir ideoloji olarak çevrecilik, yukarıda da değinildiği gibi, egemen paradigmayla diyalog halinde bulunur. Egemen paradigmayı çevreci merkezden eleştiren çevreciliğin, mevcut ideolojilerden beslenmemesi düşünülemez. Çünkü eleştirinin olabilmesi için öncelikle egemen siyasal-toplumsal paradigmanın analiz edilmesi gerekir. Kuşkusuz çevrecilik, Çoban’ın (2002: 10) da belirttiği gibi sadece çevreyi değil; aynı zamanda toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel süreçleri de kapsayacak şekilde bir bütünlük arz eder. Bu bağlamda egemen paradigmayı farklı açılardan analiz eden mevcut siyasal ideolojiler, çevreciliğin gelişmesi açısından önemli bir zemin oluşturmaktadırlar. Örneğin mevcut siyasal ideolojilerin (özellikle marksizm ve anarşizm), endüstriyelizmi analiz edişleri ve ona yönelttikleri eleştiriler, çevreci ideolojinin de temel bileşenleri arasındadır (Çoban, 2002: 13). Fakat mevcut siyasal ideolojilerden beslenmek de, onlarla ortak bileşenleri paylaşmak da bağımsız bir ideoloji olmanın önünde engel değildir. Önemli olan vurgunun hangi olgular üzerine olduğudur. Örneğin endüstriyel yaşam tarzını analiz edişi ve ona karşı ortaya koyduğu eleştirilerle çevreci ideoloji için önemli bir zemin oluşturan marksizm,

Bookchin’e (1999: 44) göre liberalizmle beraber doğanın sömürülmesinin ideolojik zeminin oluşturmuştur. Zira Marx, sınıflı toplumu ve doğanın tahakküm altına alınmasını, insanlığın özgürleşmesinin yolunda gerekli bir süreç olarak olumlamakla eleştirilmektedir (Bookchin, 1999: 44). Oysa çevreciliğin temel ilkesini doğa üzerindeki tahakküme karşı durmak oluşturur. Dolayısıyla önemli olan bir ideolojinin farklı ideolojilerle ortak bileşenlerinin olup, olmaması değil; hangi bileşenleri, hangi vurgularla içerdiğidir. Örneğin çevreci ideolojinin temel bileşenleri olan endüstriyalizm eleştirisi, büyümenin sınırlandırılması, nüfusun azaltılması, uygun teknoloji gibi bileşenler farklı yaklaşımların içerisinde bulunabilir (Çoban, 2002: 8): “Endüstriyalizm eleştirisi ya da gelişmeye ve ilerlemeye bir sınır konması düşüncesi, muhafazakarlıkta; merkeziyetçi ve hiyerarşik olmayan yapılara geçilmesi ideali anarşizmde; tüketim toplumunun eleştirisi Frankfurt Okulunda; yumuşak teknoloji düşüncesi Fritz Schumacher'de; nüfus baskısı inancı Malthusçulukta bulunabilir.

Çoban’a (2002: 8) göre çevreciliği ideolojiler arasında bir ideoloji yapan, onu diğerlerinden farklı kılan ve ona karakteristiğini veren bu ve başka unsurların belirli bir eklemlenişidir.” Başka bir deyişle, çevreci ideolojinin ayırt edici niteliği, söz konusu bileşenlerin hangi vurgularla bir araya getirildikleridir. Çevreci ideoloji açısından ayırt edici olan, kuşkusuz doğanın, doğal değerlerin vurgulamanın merkezinde yer almasıdır. Yani insan merkezlilikten doğa merkezliliğe doğru bir vurgulama değişikliğinin olmasıdır (Tuna, 2006: 16). Özetle, Dobson’un ifadesiyle (akt: Çoban, 2002: 5) çevrecilik diğer ideolojilerden (sosyalist, muhafazakar, liberal) unsurlar içermekle beraber nihayetinde farklı bir ideolojidir.