• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.8. ÇATIŞMA OLGUSUNUN TEMEL ETKENLERİ

1.8.2. Çatışma Olgusunda Dini Etkenler

Din hem toplumsal gerilimleri gidererek barışı sağlayıcı, birleştirici, çatışmalı durumları çözücü, hem de belirli bir süreçte çatışmalı durumlara neden olabilen bir olgu olarak değerlendirilebilir. Bir toplumda asırlar boyu devam edebilen güçlü bir gelenek veya inanışla, karşısında olan yeni bir inanış çatışmalı bir süreç içinde olabilir. Bununla birlikte dinlere toplumsal alanda hiçbir zaman yeterince özgürlük verilmediği, dinin ve inananlarının baskı ve şiddetin öznesi olduğu örnekler oldukça fazladır. Belirli bir dinin içinde bulunduğu coğrafyada sınırlı bir özgürlüğe sahip olması belki de geçmişten günümüze üzerinde en fazla yorum yapılan konulardandır.

Öyle ki John Stuart Mill, dini özgürlüğün hemen hiçbir yerde fiilen oluşmadığını hatta en hoşgörülü ülkelerde bile hoşgörü ödevinin ancak kesin birtakım çekincelerle kabul edildiğini vurgulamıştır.164

161 Karl Marx, İntihar Üzerine, çev. Barış Çoban & Zeynep Özarslan (İstanbul: Yenihayat Yayınları, 2006), 16.

162 Niccolo Machiavelli, Prens, çev. Nazım Güvenç (İstanbul: Anahtar Kitaplar Yayınları, 1994), 69.

163 Rousseau, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni, 78.

164 Mill, Özgürlük Üstüne, 19.

41 1.8.2.1. Dinin Etki Alanında Ayrımlaşma ve Çatışma

Dinin kurumlaşmış yapısından ayrılan grupların oluşum nedenleri arasında, dini metinler üzerinde yapılan çalışmalar, bazı görüş ayrılıkları gösterilebilir.165 Örneğin, doğu-batı Katolik kiliselerinin bölünmesinde, aynı şekilde Mahayana Budizm’i ile Hinayana Budizm’i arasındaki ayrılığa din nazariyesi ile ilgili bazı noktalardaki anlaşmazlıklar sebep olmuştur.166 Dini metinler üzerinde yaşanan ihtilaf yanında ibadet ve davranış biçimlerinde ayrımlaşma dini gruplaşmaya neden olabilir.

Yerleşik toplumsal düzene karşı tutum ve değerlere sahip bir grubu veya dinin ortodoks yanını eleştirerek yeni bir kanat oluşturacak biçimde bu görüşten uzaklaşan ve kopmalara neden olan hareketler,167 biçiminde tanımlanabilen mezhepler varlık kazanabilir. Böylece aynı dini kaynaktan beslenen ayrı grupların üyeleri, dini farklı algılama ve yorumlama yoluyla kendilerine ait toplumsal alanda alt dini kimlik oluşturabilirler.

1.8.2.2. Toplumsal Değişimde Dini Rekabet ve Dinin Yayılmacı Yönü

Dini kimliği öncelikli kabul eden grupların, dini metinlerin bireye yüklediği görev bilinci, coğrafi şartların etkisi, fetih veya göçlerle birlikte konum değiştirerek yerleştikleri bölgelerdeki nüfusun niteliğini değiştirmesiyle, topluluğun heterojen hale gelmesi çatışmaya neden olabilir. Evrensel dinlerle yerel dini grupların bu şekilde karşı karşıya gelme durumu toplumsal hareketlere ivme kazandırabilir.

Ayrıca toplumun yayılmacı davranış biçimlerine karşı kimliğini koruma duygusunun neden olduğu savunma odaklı çatışma durumları ortaya çıkabilir. Corm’a göre dinî ayrılıklar ve çatışmalar genellikle dine başvuru yoluyla meşruiyet kazanmış bir iktidarın mutlakıyetini kırmak ya da gücünü zayıflatmak ihtiyacından doğar. Keza bu çatışmalar yabancı fatihler karşısında aşağılanan toplumsal kimliğe sahip çıkma arzusunun sonucu da olabilir.168

165 Freyer, Din Sosyolojisi, 33.

166 Freyer, Din Sosyolojisi, 64.

167 Nathalie Luca, Mezhepler, çev. M. Nedim Demirtaş (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2005), 36.

168 Georges Corm, 21. Yüzyılda Din Sorunu, çev. Şule Sönmez (İstanbul: İletişim Yayınları, 2008), 166.

42 Değişim olgusuyla din olgusunun karşılıklı etkileşimi çerçevesinde değişimin çok yönlü olduğu, siyasi ve sosyal değişimlerde dinin büyük roller oynadığı söylenebilir.169 Bu açıdan din-devlet ilişkilerinin temel özelliği değişimdir. Bu değişimde din, toplumun dini önderleri ve diğer seçkinleri, dini grup ve cemaatler, toplum ve devlet çeşitli biçimlerde rol alır, etkili olurlar.170 Kuruluş olarak din ve devlet gibi güçlü toplumsal yapıların meşruiyetini sağlama, kendi alanını koruma, daha fazla güçlenme gibi benzer amaçlarla karşı karşıya bulunma durumu taraflar arasında gerilimlere ve çatışmalara sebep olabilir. Dini ve siyasi kurumlar birbirini güçlendirebilir, birbirini zayıflatmak için uğraşabilir. Siyasi bir yapı herhangi bir dini kabul ettiğinde veya dini kendi iktidarı için bir tehlike olarak gördüğünde dini yapıya baskı uygulayabilir. Ancak gücünü sağlamlaştırma amacıyla dini bir yapıyı destekleyebilir. Örneğin başlangıçta sayıca az bir grupla ortaya çıkan, siyasi ve toplumsal baskı gören Hıristiyanlık Ortaçağ’da siyasi kurumlarla çatışma yaşayacak kadar güç kazanmıştır. Ortaçağ Avrupa’sında dini ve siyasi yapılar arasında gerçekleşen mücadele süreci, ruhban sınıfının gücünü göstermesi açısından oldukça önemli görülmektedir.171

1.8.3. Çatışma Olgusunda Siyasi Etkenler 1.8.3.1. İktidar Kavramı ve Çatışma

Siyasi faaliyetlerin esas amaç olarak, çatışmaları çözümleme uğraşısında olduğu gibi, toplum yararına yapılmasının gerektiği düşüncesi siyasi ideali çağrıştırmaktadır. Ancak çatışma teorisini temel alan sosyologlarda çoğunlukla yönetici birey veya grupların statü kazanmak için öznel çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri fikri yaygın bir algı olarak gözlemlenmektedir. Siyasi alan kimi zaman farklı araçların kullanıldığı bir savaş alanı gibi görülebilir, kimi zaman düşmanlık duygularının siyasi alanda işlevsel hale gelebileceği ve bu duyguların sürekliliğinin amaçlandığı iddia edilebilir. Bu açıdan iktidar onur, itibar, yarar gibi üstünlükler ve ayrıcalıklar sağlar; parlamentoda bir sandalye, bir valilik makamı, bir

169 Okumuş, Türkiye'nin Laikleşme Serüveninde Tanzimat, 175.

170 Okumuş, Türkiye'nin Laikleşme Serüveninde Tanzimat, 95.

171 Wach, Din Sosyolojisine Giriş, 27.

43 bakanlık gibi mevkilere sahip olmak isteyen birey veya grupları çatışan taraflar haline getirebilir.172

Çatışmacı bakış açısı siyasi düşüncenin olumsuz algılanan yönünü vurgulayarak siyaseti toplumsal çelişkilerin alanı ve çözümsüzlüğün nedeni olarak görme eğilimindedir. Karl Marx aynı zamanda sosyal olmayan hiç bir siyasi hareketin olmadığını vurgulamıştır. Marx’a göre toplumsal sorunların ortaya çıkmasında ve çözümsüzlüğünde temel etken, çoğunluğu ekonominin yörüngesinde olan siyasi sorunlardır. Sınıfların olmadığı, çelişmelerin çözümlendiği ideal toplum yapısında ise sadece sosyal gelişmeler yer alacaklardır.173

Machiavelli ise iktidarın niteliğini iktidar yarışı ve bu süreçte yaşanan çatışma yönüyle yorumlamıştır. Bu şekilde siyaseti yönetenlerin elde ettikleri konumlarını kaybetmemek, hatta daha da sağlamlaştırmak için diğerlerini bertaraf etmeleri zorunludur ve bunun için hem yeteneklerini hem de güçlerini araç olarak kullanabilecekleri çok açıktır.174 Gücün kullanımı ile ilgili diğer bir ifadesinde gücü olan için yenilginin çok ender olduğunu, bunun için tüm silahlı peygamberlerin muzaffer olduklarını vurgulamıştır.175 Bu düşünce yeni bir din kurucusunun meşruiyetini ispatlamak ve toplumlara hükmetmek için güç kullanmasını başarı için koşul saymaktadır.

1.8.3.2. Mülkiyet Kavramı ve Çatışma

Toplumsal çatışmalarda insanları karşı karşıya getiren önemli nedenlerden biri nesnelere sahip olma isteğidir. Bu bakımdan savaşın sebebinin kimi zaman insan münasebetleri değil eşya münasebetleri olduğu savunulmuştur.176 Hem mülkiyetin elde edilmesi hem de mülkiyeti kaybetmeme doğrultusunda toplumsal çatışmalar yaşanabilmektedir. Kimi düşünür mülkiyetin doğal ve zorunlu olduğunu, kimisi mülkiyetin zararlı ve toplumsal dengeleri bozduğunu savunmuştur. İbn Haldun paylaşılamayan nesnelerin çatışma sebebi olmasını psikolojik ve sosyolojik açıdan

172 Maurice Duverger, Politikaya Giriş, çev. Samih Tîryakioğlu (İstanbul: Varlık Yayınları, 1984), 15.

173 Marx, Felsefenin Sefaleti, 194.

174 Machiavelli, Prens, 51.

175 Machiavelli, Prens, 60.

176 Rousseau, Toplum Anlaşması, 11.

44 açıklamıştır. Ona göre mülk, insan için tabiidir. Bir toplumlaşma meydana getirdikleri zaman, zaruret insanları ihtiyaçları gidermeye, hatta ihtiyaçlarını karşılamak için başkalarından zorla elde etmeye sebep olacaktır.177 Böyle bir durumda kendilerinde doğal olarak bulunan çatışmacı güdüler bireyleri çakışan ihtiyaçları ve fazlasını elde etme isteği doğrultusunda harekete sevk etmektedir.

Bununla birlikte Proudhon mülkiyetin dengesizleşmesinin yoksulluğa ve dolayısıyla suçların oluşmasına sebep olabileceğini; çatışmanın psikolojik kaynağı olan bireydeki bencillik duygusunun bu duruma temel olduğunu savunmuştur.178 Karşıt olarak Hobbes en iyi toplumsal düzen için devletin meşruluğunu ve varlığının zorunluluğunu savunurken, mülkiyetin ve devletin yokluğunu savaş sebebi olarak değerlendirmiş; kanunların, kuralların yokluğunun mülkiyetin belirsizliğini ve dolayısıyla doğal bir toplumsal gerginlik, karmaşa durumunu neticelendirdiğini söylemiştir.179