2. BÖLÜM : ANNELİK LİTERATÜRÜ
2.2. ÇALIŞAN ANNELER
2.2.1. Çalışan Annelik
Kadının istihdama katılımında yaşanan artışla birlikte rekabetçi iş yaşamının gerekli niteliklerini taşıması beklenmektedir. Bu süreçte yoğun annelik ideolojisine alternatif olarak çalışan annelik, 1970’li yılların sonu, 1980’lerin başında ideolojik anlamda popüler olmaya başlamış ve feminist ideal olarak değerlendirilmiş ve çeşitli zorluklarla karşılaşılmasına rağmen ev dışında haftalık 40 saat veya daha fazla çalışan kariyer odaklı (avukat, doktor, CEO/icra başkanı gibi) bir kadın imajı uyandıran anneyi ifade etmektedir (Dillaway ve Pare, 2008, s.444). Bu kapsamda çalışan annelik hamilelik süreciyle başlayarak, doğum ve süt izinleri, bebek bakımı, çocuğun okul dönemi ihtiyaçlarının karşılanması süreciyle devam eden zor, zaman alıcı ve emek gerektiren temel sorumlulukları kapsamaktadır (Schwartz, 1989).
Çalışan anne hem toplumsal açıdan hem de iş dünyası bakış açısından annelikten ve istihdam ilişkisinden sapmış bir kimlik olarak nitelendirilen sosyal tanımlamalar tarafından iki yönlü olarak damgalanmaktadır. Çalışan annelikle ilgili değerlendirmelerde “iyi anne” stereotipi baskın bir karakter taşımaktadır.
Toplumun çalışan anneye bakışında çok yönlü olumsuz bir tavır ortaya çıkmaktadır (Lewis, 1997; Correll ve diğerleri, 2007).
İş dünyasında ise çalışan annelere yönelik “ideal çalışan” profili ile karşılaştırılan bir görüş hakim olmaktadır. İş dünyasının erkek egemen çalışma koşullarında “ideal çalışan”; tam zamanlı çalışan, eğitim sürecini tamamladıktan sonra emekliliğine kadar kariyerini ara vermeden devam ettiren ve aile sorumluluklarının işi ile çatışmasına izin vermeyen kişi olarak tanımlanmaktadır.
Çalışan anne ise en azından doğum sonrasında çalışmaya kısa süre de olsa ara vermeleri ve kimi zaman aile yaşamlarının iş yaşamının önüne geçmesini engelleyememeleri dolayısıyla bu ideal çalışan profiline tam olarak uymamaktadır. Ayrıca, çalışan kadın anneliğin sosyal beklentilerini sürekli ve tam zamanlı çalışma koşullarını azaltarak karşılamaya çalışırken de işe bağlılık duymaması ve üretkenlikte düşüşler yaşadığı gerekçesiyle suçlanmaktadır (Lewis, 1997; Correll ve diğerleri, 2007). Crowley (2013) nitel araştırma görüşmeleriyle çalışan kadınların anne statüleriyle ideal performans standartlarına sahip çalışanlar olarak görülmedikleri için anne olmayan çalışanlar kadar yetenekli bulunmadıklarını ve bu nedenle ayrımcılık uygulamalarına maruz kaldıklarını belirtmektedir.
Annelik ve çalışan kadın kimlikleri arasındaki ilişkide önemli bir konu bulunmaktadır. Ev içinde annelerden aile üyelerinin bakımını ve aile yaşamının koordinasyonunu sağlamaya yönelik sınırsız zaman, enerji ve duygusal kapasite beklenmektedir. Bununla birlikte annelerin ev dışında ücretli bir işte çalışması sonucu ortaya çıkan çalışan anne kimliğinde kadının istihdam statüsünün temel annelik kimliğini değiştirdiği görülmektedir (Kelly, 2005).
Kadınların annelik kimlikleriyle birlikte eş, çalışan, öğrenci, Hristiyan, siyahi gibi çeşitli sosyal kimlikleri bulunmakta ve her bir kimliğin kendine ait ideoloji ve faaliyetleri bulunmaktadır. Bu kimlikler annelik sosyal kimliğini
şekillendirebilmekte ve etkileşim halinde bulunarak annelikle ilgili beklenti, tutum ve davranışları kısıtlayabilecek potansiyele sahip olabilmektedir. Bunlar arasında çalışan kimliği ve annelik kimliğinin birlikte olmasının diğerlerine göre daha zor olduğu belirtilmektedir (Walker, 1995, s.426).
Annelik ve çalışma yaşamı etkileşimi önemli bir alanı oluşturmaktadır. Çalışma yaşamı annelikle birleştiğinde anne için yeni bir sosyal kimlik ortaya çıkmaktadır. Çalışan annelikle ilgili farklı toplumlarda ve toplumun farklı kesimlerinde olumlu-olumsuz çok sayıda tutum, davranış ve görüş yer almaktadır. Çalışan annelerin sayısı günümüzde artmakla birlikte halen kimi kesimlerde annenin çalışması sadece maddi zorunluluk varsa onay görebilmektedir. Geleneksel annelik rolleriyle, modern kadının çalışan rolleri arasında yaşanan rol çatışmaları arasında kalan kadın hem toplumun yoğun annelik ideolojisine uyum sağlamaya çalışmakta hem de erkeklere göre düzenlenmiş çalışma yaşamının gerekliliklerini yerine getirmeye çalışmaktadır (Seçer, 2010; Sürgevil-Dalkılıç, 2015, s.409).
“Çalışan anne” kadın için istihdam edilme ve ebeveyn olma arasındaki ilişkiyi içeren kavramsal bir kategori oluşturmaktadır. Ancak anne olmak ve istihdam edilmek birbirine zıt olarak görüldüğü için çalışan anne karmaşık bir kavramsal kategori niteliği taşımakta ve toplumsal cinsiyete dayalı asimetrik bir kategori olmaktadır. Çalışan anne kavramının zorluğu kültürel olarak zıt simgeler olan iki kelimeyi-çalışan/anne, aile geçindiren kişi/ev hanımı, kamu/özel-bir araya getirmesinden kaynaklanmaktadır. Çalışan kadından çalışan anneliğe geçişte asıl değişim anne olmaktır yani temel kimlik annelik kimliğidir. Dolayısıyla işyerine uyum sağlaması gereken kişi de anne olmaktadır. Çalışan annelerin iş ve aile sorumluluklarını uyumlaştırmaları çalışan kişiliklerinin değil annelik kişiliklerinin eylemi olarak açıklanmaktadır. Bu açıdan annelik bir kimlik olurken, çalışmak bir eylem olmaktadır. Anne “olunan”, çalışma “yapılan” şeyler olmaktadır (Uta Garey, 1999; Aktaran: Seçer, 2015, s.37).
Çalışan anneler işyerinde çok çeşitli sorun ve zorluklar yaşamaktadır. Nüfusun çoğunluğu tarafından anne ve babalık yapmak kadın ve erkek tarafından eşit olarak sorgulanmaksızın kabul edildiği sürece çalışan kadınların karşılaştıkları
sorunlar devam edecektir. Kadınların erkeklere nazaran çalışma yaşamı fırsatları açısından dezavantajlı durumları yaşamın bir olgusu olarak devam edecektir. Kadınlar hem ekonomik bağımsızlıklarını kazanmak istemekte ve buna ihtiyaç duymakta hem de çocuklarına annelik yapmak istemektedir.
Erkeklerin tutumlarını değiştirmek zor olacağı için çalışan annelere yönelik daha çok esneklik gibi pozitif ayrımcılık olarak nitelendirilen uygulamalarla sorunlara çözüm üretilebilecektir (Giddens, 2012, s.258).
Kadınların anne ve çalışan rolleri özellikle makro yapısal bağlamda oluşmaktadır. Anne ve çalışan rolleri dünyanın pek çok yerinde kadınların çoğu için önemli sosyal rol kimlik seçenekleri olmaktadır. Bu rollerin anlamı ve karşılıklı ilişkisi sosyal ve kültürel bağlamda çeşitlenmekte ve toplumsal ve ailesel olarak farklılaşmaktadır. Çalışan annelerin ahlaki ve davranışsal farklı beklentileri onları farklı kimliklere yöneltmektedir. Çalışan rolünün en önemli anlamı bir iş sahibi olmak ve aileyi desteklemek olmakta ve annelere pozitif tatmin duygusu vermektedir (Hagelskamp ve diğerleri, 2011, s.337). Maher (2005) araştırmasına göre, çalışan anneler annelik ve ücretli işin özünde çatışan kimlikler olarak görmemektedir. Çocukların her zaman ilk sırada yer aldığı ve bu durumun çalışmayı tamamen dışlamayı gerektirmediği anlayışı hakim olmaktadır. Annelik ve çalışma yaşamını uyumlaştırılmasında temel aktör çalışan kadının kendisi olmaktadır (Seçer, 2015, s.48).
Anne olan kadın için kazançlı bir durum oluşması zor olmaktadır. Eğer kadın gönüllü olarak çocuk sahibi olmazsa soğuk, kalpsiz ve tamamen feminen olarak görünmeyecektir. Kadın işinde çok çalışan kariyer sahibi bir anneyse, çocuklarını ihmal ettiği söylenecektir. Eğer işyerinde yeterince sıkı çalışmaz ve kariyer gelişimini yavaşlatırsa çocuklarına olan bağlılığının işyeri verimliliğini olumsuz etkilediği söylenecektir. Kadın çalışmayarak evde çocuklarıyla oturursa üretkensiz ve faydasız olarak nitelendirilecektir. Diğer bir ifadeyle, kadın asla tamamen doğru olanı yapamayacaktır (Schwartz, 1989; Hays, 2011).
Drago ve Williams’a (2000) göre kadın ve erkek çalışanların her ikisi de iş ve aile yaşamını dengelemek için mücadele etse de kadının mücadelesi erkeğe göre daha fazla olmaktadır. Biyolojik saat ve görev saati, hamilelik ve doğumun
fiziksel talepleri, ailevi zorunluluklarla ilgili toplumsal cinsiyet beklentileri ve çocuk ve ev devamlılığının sağlanması rolünü üstlenen kadının yaşadığı uyumsuzluklar kadının daha fazla mücadele etmesini gerektirmektedir.
Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi (KEİG) 2013 yılı raporuna göre, erkek egemen (ataerkil) ilişkiler ve annelik rolleri kadının istihdama katılım ve devamlılığı açısından aşılması zor bir engel oluşturmaktadır. Bununla birlikte işyerlerinde kreş, anaokulu, emzirme odaları gibi temel kurumsal yapıların olmaması çalışma yaşamında cinsiyet eşitsizliğine neden olarak işgücü piyasasına katılımı zorlaştırmaktadır. Bu yüzden çalışan kadınların yüklerinin hafifletilmesi adına sorumlulukların toplumsal olarak paylaşılması gerekmektedir.
Çalışan anneler için bir diğer önemli konu çocuk bakımı olmaktadır. Bu konuda, Pungello ve Kurtz-Costes (1999, s.38) çalışan kadınların çocuk bakımı araştırma ve seçim kararlarını etkileyen faktörleri çevresel bağlam, annenin çocuk bakımına ilişkin inançları, çocuğun özellikleri ve annenin demografik özellikleri olarak ifade etmektedir. Aynı zamanda bu faktörler kendi içinde karşılıklı bir etkileşime sahip bulunmaktadır. Bu kapsamda; çevresel bağlam (evdeki diğer çocuklar, babanın çocuk bakım sürecine katılımı, çalışma saatleri, zaman kısıtlamaları, çocuk bakım maliyetleri ve uygunluğu, toplumun özellikleri ve toplumsal tutumlar), annenin çocuk bakımıyla ilgili inançları (tercih edilen bakım biçimi, çocuk bakımının etkileri, annenin istihdamına ilişkin tutumlar, kendi işinin sahibi olmaya yönelik tutumlar, anneliğe yönelik tutumlar), çocuğun özellikleri (çocuğun, yaşı, huyu, özel ihtiyaçları, gelişimsel sonuçlar) ve annenin demografik özellikleri (yaş, ırk, sosyoekonomik statü, meslek, eğitim düzeyi) şeklindeki faktörlerden oluşmaktadır.
Çalışan anneler doğum sonrası çalışma yaşamına zorunlu olarak ara vermektedir. Volling ve Belsky (1993, s.4) ilk çocuğun doğumu sonrası annelerin çalışmaya yönelik kararlarını inceleyen bir araştırma yapmıştır.
Araştırma sonucuna göre, sosyoekonomik faktörler, kişilerarası faktörler ve bağlamsal faktörler çalışma yaşamına katılma kararında etkili olmaktadır.
Mesleki statü, ailenin gelir düzeyi, rol bağlılığı, iş bölümü ve iş stresi faktörleri
annelerin tam veya yarı zamanlı çalışma yaşamına geri dönme ya da çalışmama kararlarındaki tercihi belirlemektedir. Finansal ihtiyaçlar, bebeğin doğumu sonrası üç ay içinde işe geri dönmenin temel sebebi olarak ifade edilmektedir. Bununla birlikte kariyer gelişimi, kişisel zevk ve eğitim düzeyi de çalışma yaşamına dönüş kararlarını etkilemektedir.
Çalışan annelerin ideal işgören tanımının dışında bırakılmasının ve iş yaşamında erkek egemen çalışma koşullarının hakimiyetini devam ettirmesinin bireysel, örgütsel ve toplumsal düzeyde birtakım olumsuz sonuçlara yol açtığı ifade edilmektedir (Çakmak-Otluoğlu, 2015, s.77). Bireysel düzeydeki olumsuz sonuçlar çalışan annelerin yaşadıkları sıkıntıları oluşturmaktadır. Bu kapsamda annelerin doğaları itibariyle çocuk bakımında babalara kıyasla daha fazla sorumluluk almaları (Arendell, 2000; Lewis ve Humbert, 2010) çalışma yaşamının getirdiği sorumluluklarla birlikte çalışan annenin daha fazla strese girmesine neden olmakta (Kline ve Snow, 1994; Rankin, 1993; Shipley ve Coats, 1992; Ozer, 1995) ve depresyona sürükleyebilmektedir (Brown ve Bifulco, 1990).
Çalışan annelerin çocuk bakımına harcadıkları süre ile iş programlarının ve iş yükümlülüklerinin çatışması nedeniyle devamsızlık yapmaları (Erickson ve diğerleri, 2000), iş performanslarındaki düşüş ve gönüllü olarak işten ayrılmaları (Carlson ve diğerleri, 2011) örgütsel düzeydeki olumsuz sonuçlar olmaktadır.
Anneliğin iş hayatını zorlaştırdığını düşünerek çalışan kadınların anne olmayı ertelemeleriyle birlikte doğum oranlarının düşmesi, anne olduktan sonra iş hayatının taleplerini karşılayamayan kadınların aktif istihdamdan çekilmesi sonucu aile bütçelerine katkıda bulunamamaları, çalışmayan annenin ailede maddi sıkıntı yaratması nedeniyle çocuğun ihtiyaçlarının karşılanamaması (Halpern, 2005) ve çalışan annelerin iş yoğunluk ve stresleriyle çocuklarına yeterince zaman ayıramamaları (Glass ve Riley, 1998) ve aile ilişkilerinde kopukluk yaşamaları toplumsal düzeyde olumsuz sonuçlara neden olmaktadır (Repetti ve Wood, 1997).