• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: DOĞANIN DİYALEKTİĞİ

4.1. Metabolik Çatlak

4.1.1. Çöplük ve Doğadan Kopuş…

Sevgili Arsız Ölüm'ün kırılma noktası kente göçle sıkı sıkıya bağlıydı ve bu göç doğadan kopuşun en net görüldüğü andı. Berci Krıstin Çöp Masalları ise Sevgili Arsız Ölüm'ün kentte devam eden kısmını andırır niteliklere sahiptir. Roman kentte ve çöplükte kurulan bir mahallenin hikâyesidir. Romanın mekân olarak böyle bir yerde başlaması doğa – insan ilişkisinin daha en başından aşınmış olduğu bir ana tekabül eder.

Çöplük kentin dışına itilmiş koca bir yığındır. Doğayla bağını çoktan koparmış insan topluluğunun atıklarıdır. Çöplükte mahalle kurmaya çalışan topluluk ise köyden yeni göçtüğü kolaylıkla anlaşılabilen, köy yaşamının geleneksel ilişkilerini, hatta

ritüellerini bile barındıran bir topluluktur. Böyle bir yaşamsal bilgiye sahip olmalarına rağmen çöplükte bir mahalle kurmak hem fiziksel çevreyle hem de doğayla mücadeleyi gerektirecektir. Berci Kristin Çöp Masalları için doğadan kopuşun kırılma noktası mahallenin kurulmaya çalışıldığı ilk andan itibaren başlar. Çünkü mahalleyi kurabilmek rüzgârla, karla yani doğayla mücadeleyi gerektiriyordu.

İnsanlar derin uykularından sıcak yüzlerine yağan, kirpiklerine konan karla uyandılar. İlkin gökyüzünün kar olup konduların içine döküldüğü güzel bir rüya gördüklerini sandılar. Sonra bağıra çağıra karanlığı yırttılar. Kadın, erkek çağ çocuk herkes içlikleriyle dışarı döküldü. Fenerler yakıldı. Topluca çatı ve bebek aramaya çıkıldı. Kadınlar bebeklerini daha da uzağa sürüklemesin diye rüzgârın yolunu bağladılar. Bir ağıtla mendillerinin, yazmalarının ucuna düğüm attılar (Tekin, 1984, s. 10-11).

Foster'ın kapitalizmin gelişimi için vurguladığı, doğayla geleneksel ilişkileri aşındırma durumu Berci Kristin Çöp Masalları'nda daha da belirginleşir. Mahallelinin yaşamında doğanın parçası olabilme hali çöplükle kurulan ilişkiyle birlikte gitgide aşınır.

Çöplük'ün varlığı başlı başına çevresel bir sorundur. Özellikle seksenli yıllarda şehre göçte görülen yükseliş, kurulan kenar mahalleler bu sorunu gittikçe derinleştirmiştir.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında köy nüfusu kent nüfusundan çok daha fazla iken göçle birlikte bu durum tersine dönmüştür. Büyük şehirler çarpık kentleşerek büyümüş ve bu da alt yapı sorunlarına sebep olmuştur. Büyük şehirlerde çöplük alanları oluşmuş ve bu durum da çevresel kirliliğin boyutlarını artırmıştır. İstanbul'da kişi başına düşen katı atık miktarı 1980-1995 yılları arasında iki katına çıkmıştır (Atabarut, 2000, s. 119 - 129). Benzer durumlar özellikle üçüncü dünya ülkeleri bağlamında evrensel olarak da geçerlidir. Ayrıca benzer süreçleri modernleşme süreci içerisinde batı toplumları da geçirmiştir. Bu süreçlerin evrenselliği insanlığın on dokuzuncu yüzyıldan beri geçirdiği sanayileşme ve modern yaşamla ilgilidir. Tarihin bu süreci sanayileşmeyle birlikte hızla yükselen, kontrol edilemeyen nüfus hareketlerini, seri üretim araçlarının sebep olduğu kirlenmeyi ve tüm bunların insan ve doğa varlığında yarattığı kirlenmeyi, çözülüşü ve yıkımı gözler önüne serer.

Türkiye bağlamında düşünüldüğünde Berci Kristin Çöp Masalları tam da böyle bir dönemin içinden çıkıvermiştir. Latife Tekin'de romanı yazarken bu toplumsal durumu tecrübe etmiş ve özellikle gecekondu olgusunu evrensel bir bakışla ele alabilmeyi

istemiştir. Pelin Özer'le yaptığı söyleşide bu durumu şöyle dile getirir:

Berci Kristin Çöp Masallarını yazdığım sırada dünyadaki gecekondulaşma üzerine de düşündüm, okudum. Birçok ülkede bizdekine benzer şeyler yaşanmış.

Türkiye'den giden Rumlar, Atina çevresinde gecekondular yapmış örneğin, başka kentlerin etrafında da geçici yerleşimler olmuş, sonra insanlar oralara kök salmış.

İtalyan filmlerinden hatırlarsınız, zaten dünyanın her yerinde yoksul insanlar çareyi gecekondular yapmakta bulmuş. Tabii Latin Amerika'yı Uzakdoğu'yu, Ortadoğu'yu unutmayalım(Özer, 2015, s. 73).

Göçle gelen, yeni mahalleler kuran insanların göçten önce doğayla kurdukları ilişkinin şekli çok aşikârdır. Kırdan kente gelen topluluklar bundan önce işlerini yalnızca toprakla kurdukları bağ sayesinde sonuçlandırabiliyorlardı. Ancak kent yaşamı bunun tersi bir durumu ortaya çıkarmış ve onlara yeni bir yaşam tarzını dayatmıştır.

Çevreyle yaşamsal ilişkinin geleneksel olandan modern olana evrilmesi Berci Kristin Çöp Masalları'nda çevrenin tüketilişiyle ortaya konur. Marksist ekoloji bu tüketilişin kaynağının sermaye olduğunu açıkça söyler.

Kapitalizmin toplumsal metabolik düzeni doğası gereği ekoloji karşıtıdır, çünkü o sistematik olarak sınırsız birikim ve daima daha geniş üretim arayışıyla doğayı ikinci plana iter. Sosyoekolojik problemlere yönelik teknik çözümler istenmeyen sonuçlara yol açar ve problemlerin asıl sebeplerini görmeyi engeller. Sermaye;

metabolik çatlakları, doğal sınırları ve/veya ekolojik çelişkileri kabullenmektense, sebep olduğu problemler konusunda üç kağıtçılık yapar ve asıl sebeplerin peşine düşmeden onları kendinden uzaklaştırmakla yetinir (Magloff, 2015, s. 68).

Çiçektepe halkı doğayla varoluşsal, sıkı sıkıya bağlı ilişkisini kaybeder. Bu kaybın sebebi kapitalist üretim biçimleri ve modern tüketim biçimlerinin yarattığı toplumun ortaya çıkardığı çöplüktür.

Çiçektepe halkının doğayla olan geleneksel ve doğa - insan birliğine dayalı yaşam tarzı bozulunca yaşam alanının çöplük ve fabrika kenarları olmasının da etkisiyle yaşamsal duyarlılıkları da doğadan kopup çöplük merkezli hale gelecektir. Çiçektepe halkının topluluk olarak yaşadığı süreç bu yönüyle dikkate değerdir. Bu durum doğanın tüketilişinin sebeplerinden biridir. Marksist ekoloji toplumsal metabolizma kavramının bozulması olarak meseleyi ele alır:

Marx, madde ve enerjinin “doğası ile insanlar arasındaki karmaşık, dinamik karşılıklığı” tanımlamak için toplumsal metabolizma kavramını geliştirmiştir. Bu kavram, hem “doğanın zorunlu kıldığı koşulların” hem de insan eylemlerinin bu süreci nasıl etkilediğini ortaya koyar (Clark ve York, 2015, s. 69).

Romanda doğal koşullar insan eliyle bozulmuştur. Doğal koşulları bozan ilk olarak çöplüğün oluşumuna sebep veren modern yerleşim birimleridir. Bu yerleşim alanların varlığı romanda çöplük sayesinde bilinir. Diğer taraftansa fabrika sahipleri doğayı bozar durumdadırlar. Açtıkları fabrikaların yarattığı çevresel koşullar Çiçektepe'nin doğasının zorunlu halinden bir başka deyişle doğanın kendine özgü durumundan başka bir hale bürünmesine sebep olmuşlardır. Çiçektepe sakinlerinin durumu ise bozulan doğadan etkileniş biçimleriyle ortaya çıkar. Çiçektepe halkı, doğanın fabrika atıklarıyla değişmesi sonucu doğadan yararlanamaz hatta ondan zarar görmeye başlar.

Buna sebep olan fabrika ve çöplüğün sahipleridir ve Çiçektepe halkı da geri döndürülemeyecek kayıplarla onlar yüzünden karşıya karşıya gelmişlerdir.

O kuşluk vaktinden sonra çöpün sahibi Çiçektepe'lilere ayıkladıkları ne kadarsa, kilo başına az bir para verdi. Bir daha da kamyonlar Çiçektepe'ye gelip çöp didikleyen insanlara silah çevirmedi. Kıymetli taşlar, altınlar yerine ellerde kan kırmızısı yaralar açıldı. Çocuklar çöpten bulup kaçırdıkları kafası bacakları kopmuş naylon bebeklerle gizli gizli oynadılar. Kadınlar buldukları süslü kırık aynaları, çöp bekçilerini kollayıp ceplerine attılar (Tekin, 1984, s. 22).

Doğanın yerini çöplüğe bırakması hem Çiçektepe halkının doğadan kopuşuna, hem de onların sağlıklarını kaybetmelerine sebep olacaktır. Marx'ın üzerinde durduğu doğanın bir parçası olma hali gittikçe değişecek ve çiçektepe halkı doğadan çok çöplüğe ve fabrikalara bağlı yaşar olacaktır. Bu bağlılık ise insanın yaşamsal varlığını elinden alacak kadar tehlikelidir. Marx'ın doğa – insan bütünlüğü üzerine yaptığı vurgunun – insanın doğanın parçası olması ve onunla yaşaması – tersidir aslında bu durum.

Grevci kızların artist resimleriyle süslü defterlerine hicranlı şiirler yazdıkları sıralarda Çiçektepe'de içme suyundan görülmedik bir hastalık yayıldı. Büyük küçük herkesin yüzünde kuş burnu gibi kırmızı yaralar açıldı. Yara az zamanda tüm bedenleri sardı (Tekin, 1984, s. 45).

Doğadan kopuşun bedeli en insani ve yaşamsal varlığı, suyu, kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır Çiçektepe halkını. Doğadan kopmanın bu ağır bedelinin

ortaya çıkmasında doğayı kontrol edip onu ötekileştirerek yerine yeni bir çevre yaratan kapitalist üretim çeşitlerinin etkisi açıktır. Sermayenin egemen olduğu mahalle yaşamında doğa yine sermaye tarafından yok edilmiştir. Çünkü mavi sular, çöplük kaynaklı garip hastalıklar, çiçekleri kurutan kar, çöpten yayılan kötü kokular hep sermaye sahiplerinin kurdukları fabrikaların ürünüdür. Marksist ekoloji doğadan kopuşun ortaya çıkardığı bu yok oluşu ortaya koyar ve karşı çıkar.

Doğa ve emek sömürüsü “Devasa kârlar ve hep daha fazla emek sermaye birikim elde etmenin bir aracıdır.” Yani, sermayenin toplumsal metabolik düzeninin genişlemesi ve yoğunlaşması, ekolojik tahribat sonucunda sermaye nezdinde bir dizi değişime yol açarak doğal döngülerde ve çatlaklar yaratır (Clark ve Richard, 2015, s. 71).

Berci Kristin Çöp Masalları roman özelinde bu değişimi ve yok oluşu net bir biçimde ortaya koyar. Marksist ekolojinin ısrarla üzerinde durduğu metabolik çatlak olgusu en çok Berci Kristin Çöp Masalları'nda kendini gösterir. Çünkü romanın merkezinde sermaye-emek karşıtlığı her yönüyle görülür. Fabrika sahipleri kapitalist düzenin bir gereği olarak sürekli kâr elde etmenin peşindedirler. Çiçektepeliler ise çöplüğün ve fabrika diplerinin içinde yaşayabilmenin derdindedirler. Ancak sermaye Çiçektepe halkının elinden yaşam haklarını dolaylı olarak almıştır. Çiçektepe halkının yaşadığı doğayı, hem dönüştürerek hem de yok ederek bunu yapmışlardır. İnsanın varlığının doğadan kopup yapay olan ve en başından kirli olan fabrika ve çöplere bağımlı kalmasına sebep olarak sermaye bu durumu ortaya çıkarmıştır. Böylece doğa Çiçektepe halkının özünden uzaklaşmış ve onun yerini artık doğa demenin bile güç olduğu yapay ve kirli bir yaşam alanı almıştır.